Adım Adım Düşürmek Yerine…

Açıkçası diğer merkez bankalarının bazı ayları toplantısız geçirdiğini bildiğimiz için her ay TCMB’nin bu heyecanı bizlere yaşatmasına gerek olup olmadığını düşünüyorum hep. Ancak bu heyecanın sebebi olduğunu bu sefer anladık.

Merkez Bankası Yönetiminin emisyon gücünü de göz önüne alarak faizleri tek haneye kadar düşürecek bir kampanyaya angaje olduğunu düşünüyordum. Bu toplantıda hedefinin ne olduğunu hem eylemle hem de söylemle gösterdi.

Faiz indirimleri geçen yıl başladı ve devam ediyor. Enflasyonun sert şekilde yükselişi de aynı dönemde gerçekleşti. Sanıyorum faizleri düşürmenin amaçları konusunda bir kafa karışıklığı var. Faizin düşüklüğü, kurları yükseltip cari açığı düşürecek ve enflasyonu da durduracak idi. Meseleye şöyle bir açıklık getirmek lazım:

Türkiye’nin ithalatının % 90’a yakını enerji ve bunun yanında üretim için gerekli girdiler olduğu için, küresel şartlar dahilinde sürekli yükselen emtia fiyatları sebebiyle cari fazla vermek zaten mümkün olmayacaktı. Ancak bunun üzerine bir de kur yükselişleri eklenince enflasyon ivmelendi. Maalesef tüm bu gelişmeler ve tedarik endişeleri fiyatlama davranışlarında bozulmalar getirdi, hayat pahalılığı raydan çıktı. Bu durumun yan etkilerini yatıştırmak için ücretlerin sürekli artırılması enflasyonun yapışkanlığını artırdı.

Türkiye’deki bordroluların önemli bir kısmı asgari ücretli olarak çalıştığı için hükümet artış oranlarını bizzat ele aldı ancak bu sefer de firmalarda çalışma barışı bozuldu. İşverenler asgari ücretli olanlara zam yapmak için devletten işaret bekler hale geldi. Asgari ücretin bir seviye üzerinde ücret alarak çalışanlar da bundan nasibini aldı. Ev sahipleri kiracılara “en az asgari ücrete yapılan zam kadar yapacağım” diyerek baskı yapmaya başladı. Asgari ücrete bakılarak hesaplanan tüm fiyatlamalar tolerans sınırlarını aştı.

Sonuç olarak, düşük faiz politikası belki de “engellenemeyen” ya da “kendi haline bırakılması gereken” enflasyona karşı ılımlı bir büyüme oranı yakalamak içindi. Şu ana kadar yüksek enflasyon-yüksek büyüme gibi bir döngünün içindeyiz diyebilirim. Büyüme yavaşlarken enflasyon da baz etkisiyle gerilerse bu amaca ulaşmış gözükeceğiz. Ancak, bedelini ödüyoruz. Çok lazım olan döviz rezervlerini kaybetmek, kamu maliyesindeki bozulma, yükselen hayat pahalılığı ve mecburen katlandığımız “kendi ülkemizde yabancılaşma”ödediğimiz faturaların sadece bir kısmı.

“Patikadan Çoktan Çıktık…”

Enerji fiyatlarındaki yükseliş bu şekilde devam ederse, öngördüğümüz yavaşlamanın beklenenden önce gerçekleşeceğini söyleyebilirim. Seçimlerle alakalı tartışmaların gölgesinde Türkiye’nin neresine gidersem gideyim, bana ısrarla sorulan soruya verdiğim cevabım şu:

“Liberal ekonomi politikalarını terk ettiğimizi altını çizerek söylediğimize göre, ekonomi politikalarının iktisat dizininde bahsedilenlerden kopmasını eleştirmenin bir mantığı kalmadı. Dolayısıyla bu şartlar altında yaşamanın yollarını aramaktan başka çaremiz yok.”

Bazı yazılarımda demokrasi, adalet, eşitlik, eğitim, sosyalleşme, kültür, sanat ve spordan bahsettiğim zaman “bunun ekonomiyle ne ilişkisi var” diye soranlara sürekli anlatmaya çalışıyorum. Bu bahsettiklerimin hepsi içinde bir disiplin ve düzen barındırıyor. Kanun ve kurallarının yanında “başarılı örneklerle” ilerleyen teknikleri bulunuyor.

Tekrar hatırlatmak gerekirse, demokrasi halkın egemenliğidir ama liberalizm de hukukun üstünlüğüne dayanır. Kuralları değiştirmeyi bir kere adet edindiğimiz zaman, bu sefer evrensel kabul görmüş yaklaşımları da değiştirmeye gücümüz olduğunu düşünmeye başlarız. Yeni bir keşif yapmak yoldan çıkabiliriz ancak, işimize gelmediği için yoldan çıkıp yaşadıklarımıza “keşif” adı vermemiz zorlama olur diye düşünüyorum.

 

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara