Bize bizden daha büyük yaptırım uygulayan yok…

Haftanın tam ortasına geldiğimizde, Türkiye’nin AB ve ABD ilişkileri açısından meseleye kaldığı yerden devam ettiğini görüyorum.

Açıkçası Vaiz Bronson sürecinde de bazı bakanlara yaptırım uygulanmıştı, şimdi de savunma sanayini temsil edenlere uygulanıyor. Sorunlar nereden başladıysa oradan çözülecek. Ayrıca, yaptırımların farklı sektörlere uzanmaması BIST’te de etkisini gösterdi. Bankacılık ve bazı sektörlerde sert yükselişler meydana geldi.

Yaptırımlar konusundaki daha detaylı bir analizi ilerde paylaşacağım. Ancak şunu hatırlatmak istiyorum: Türkiye’nin çok acil şekilde dış siyaset modelini belirlemesi gerekiyor. Çünkü Katar haricinde kimle veya kimlerle ittifak olduğuna dair kimsenin bir fikri yok. Söylem çok ama eylem anlamına gelen herhangi bir kanıt yok elimizde.

Aslında, tüm kafa karışıklığına rağmen, para ve sermaye piyasalarında beklenmedik bir bozulma yok. Olan biten ne varsa alıştığımız ölçülerde devam ediyor diyebilirim. Kurlar yükseliyormuş gibi yapıyor sonra düşüyor. Merkez Bankası ve bankalar ise sağa sola bakmadan yola devam ediyorlar. Reel piyasalarda ise maalesef başta tarım olmak üzere fiyat davranışlarını bozan kümelenmeler ve oluşumlar var. Özellikle bazı ara malı üreticileri ve tedarikçileri tarafından istismar edilen sektörler var. Dış Ticaret Rejimi ve teşvikler bu grupları korumak amacıyla üretiliyor izlenimi var. Adeta devlet bilerek ya da bilmeyerek bölgesel monopollere ya da ulusal oligopollere meydan verecek düzenlemeler yapıyor.

“Evinden işine, işinden evine helikopterle gidenler yarattık ama fakirlik artıyor…”

Demek ki, bazı sektörler ya da iş insanları kendi menfaatleri doğrultusunda ülke menfaatleri ile ters düşecek taleplerde bulunuyorlar. Bunları da “şu kadar insan çalışıyor bende” şeklindeki tehditlerle sağlamaya devam ediyorlar. Her yazımda belirttiğim gibi “yeşil mutabakat” ve “dijitalleşme” çerçevesinde yok olmaları veya küçülmeleri kesin olan bu firmaların siyaseti kullanarak toplumu istismar etmelerini engelleyecek yeni bir yaklaşım gerekiyor.

Bu zararlı oluşumların sonuçları herhangi bir yaptırımın faturasından daha ağır sonuçlar yarattı, yaratıyor ve yaratacak da. Bu tarz iş insanlarının sayısını azaltarak ülkemiz için gereken eğitim seviyesini artırmak da mümkün. Çünkü bu kişilerin firmalarında genellikle çok fazla eğitim gerektirmeyen işler mevcut. Maalesef gençlerin eğitim seviyesi de bu patronların haksız rekabet oluşturarak öne çıkmalarını sağlayacak bir hale gelmiş.

Özetle, bizler dolar-faiz-borsa-altın konuşurken en önemli değerlerimiz olan gençlerin eğitim seviyesi küresel ölçekte tartışılır bir seviyeye düşüyor ve düşürülüyor, bunun sonucunda evden işe işten eve helikopterle giden müteahhit veya “emek-yoğun sektör temsilcileri” yaratıyoruz. Gelir dağılımını bozuyoruz, fakirleşiyoruz. Neticede sade vatandaşı dış politikada sürekli sertleşerek “güçlü ülke imajıyla” rahatlatıyoruz.

 

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara