Bu iş uzayacak, hesabımızı ona göre yapalım..

 

Mutlaka sizlere de ulaşıyordur raporlar. Hangi ülkede ne kadar vaka var, ekonomik etkisi vs. Elbette bu bilgiler moral düzeltmiyor. Hükümetlerin aldığı kararları da üzerine eklersek, tüm tahmin ve öngörüleri değiştirmek gerekecek.

Diğer taraftan, Türk İş Dünyası’nın içinde bulunduğumuz felakete oldukça hazırlıksız yakalandığı da görülüyor. Küçük sermayelerle büyük cirolar yaratırken neredeyse kar etmeden ayakta durmaya çalışan şirketler birer birer beyaz bayrak çekmeye başlayabilir. Ancak bunu durdurmak mümkün. Reçeteden bahsetmeden önce şu an yaşanan bir gerçeği anlatayım:

Önceki gün Türkiye’nin önde gelen şirketlerinden biri “çeklerimi mücbir sebeple ödeyemeyeceğim” diye bir bankaya yazı gönderince, bir anda kıyamet koptu diyebilirim. Keşideci olan Firmanın çekini alıp finans kurumlarına verenler de bu şekilde risk altına girmiş oldular. Eğer çekin karşılığı yok ise, çeki ciro edenlere doğru bir tahsilat hareketinin başlaması elbette ihtimal dahilinde. Ancak Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle icra takiplerinin 30 Nisan’a kadar durdurulmuş olması, çeklerin icra yoluyla tahsilini şu an itibarıyla imkansız hale getiriyor. Eğer süre bir ya da bir kaç kez daha uzarsa o zaman iş daha da çetrefilli bir hale gelecek.

“Nerden çıktı şimdi Kanal İstanbul ?…”

Daha önceki yazılarımda çek ile yaratılmış, neredeyse tamamen takipten uzak, kendi kendine işleyen bir ekonomik düzenden bahsetmiştim. Bir çekin ortalama olarak mevsimine göre 8 ile 12 kez el değiştirebildiğini, hatta çeklerin tahsil yaklaşırken başka çeklerle değiştirilerek yükümlülüklerin vadesinin sürekli uzatıldığının altını çizerek “acaba sonunda kim açıkta kalacak” diye yorum yaptığımı da hatırlıyorum.

Burada devletin bir acil müdahalesi gerekiyor. Şöyle ki, bankaların çeklerin keşidecilerine veya çekleri ciro edenlere karşı esnek davranmaları için devletin bu tip ticari muamelelerin bir kısmına kefil olması ve söz konusu kefalet karşılığında TMSF kurallarını çalıştırıyor olması gerekir. Yani sözünü yerini getirmeyen firmalara, belirlenmiş sürenin sonunda kısmı ya da tamamen kamulaştırma yapacağına dair bir kurallar manzumesi getirilmesi elzem. Aksi taktirde:

Üretim = Gelir
Gelir= Tüketim + Yatırım

Şeklinde basitçe ifade edebileceğimiz düzen bozulur. Burada kimsenin dediğine aldırmadan devletin güçlü bir şekilde oyuna girmesi gerekmekte. Mahfi Eğilmez Hoca’nın bu konuda yazdıklarını mutlaka okumamız lazım. “Para basalım” diyor. Ben de katılıyorum. Dünkü yazımda da bunu detaylı şekilde anlattım.

Elbette bu sürecin sonu firmaların kısmen ya da tamamen devlete devriyle sonuçlanabilir. Ancak bu riski almak zorundayız. Yoksa dünkü yazımda bahsettiğim % 2.5 büyümeyi bile yakalamak imkansız hale gelebilir.

Bu arada biz bunları konuşuyoruz ama, dün sanki başka bir dünyada yaşıyormuşçasına Kanal İstanbul ile ilgili hareketlenmeler başladı. Mahfi Eğilmez Hoca “para basma teklifini geri aldım” dedi haklı olarak. Ben daha geri almadım. Çünkü Kanal İstanbul’un “yıkılmadık ayaktayız” anlamına gelen bir mesaj olduğuna inanıyorum. Hani Rusları rahatsız etmek için Amerikalılar tarafından üretilen Nabucco Hattı gibi. Bekleyip görelim.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara