Bu işin şakası yok..

Bugün Fed ve yarın da Merkez Bankası faiz kararlarını açıklayacaklar. Bir kurumun üzerinde Dünyanın ve Amerika’nın sorumluluğu, diğerinde ülkenin geleceğinin sorumluluğu var.

Elbette meselemiz enflasyonla mücadele. Ancak, bu meseleye layıkıyla yaklaşmak gerekiyor. Eğer enflasyonu konjonktürel gelişmeler tetikliyorsa, yapılması gereken iki önemli iş var:

– Sorunun kaynağının tespiti
– Müdahale biçiminin tespiti

Buradan anlaşıldığı kadarıyla “müdahale etmemek” bir seçenek değil. Yani enflasyon dış faktörlerden kaynaklanıyorsa “elle gelen düğün bayram” demeden, dış kırılganlığı azaltacak hamleleri yaparken, kısa vadede yan etkileri gidermek için para ve maliye politikalarını kullanmak sancıyı azaltacak bir çözüm olabilir. Demek ki, zorunlu mal ve hizmetlerden kolay vergi toplanıyor olması hükümetleri kolaycılığa sevk etmemeli. Vergiden feragat ederek hem vatandaşın yükünü azaltılmalı hem de enflasyonun diğer mal ya da hizmetlere bulaşması önlenmeli.

Diğer taraftan enflasyonun yükselme sebebi iç sebepler ise, yine hükümetlerin daha fazla dolaylı vergi toplamak adına hayat pahalılığına göz yumması doğru bir yaklaşım olmaz. Eğer talep enflasyonu varsa büyümenin 1-2 puanından vaz geçerek efektif talebi yavaşlatmak, eğer maliyet enflasyonu varsa üretim modelinin farkında olarak dış ticaret rejimi ve vergi rejiminde doğru ayarlamaları yapmak gerekir. Adalet sağlamak yerine ayrıcalık sağladığımız sektörleri ayakta tutmanın faturası enflasyon olarak karşımıza çıktığı için, siyasetin artık bir tercih yapması gerekiyor.

“Doğru Yönetmek İşin Sırrı..” 

Aslına bakılırsa, son 40-50 yıla baktığımızda siyasetin vatandaş lehine ya da ticaret lehine kullandığı tercihlerin isabetli olmadığını söyleyebilirim. Demiryolları yük değil insan taşımak için tasarlanmış, yolları kısaltan köprü ve tüneller hem ticaret erbabı hem de vatandaş için oldukça pahalı, gümrük alanları özel sektöre bırakılmış resmi olmayan kesintiler yapılıyor, tarım ürünleri bölgelerde monopollere ülkenin tamamında oligopollere bırakılmış, iletişim vergileri yüksek ama iletişim hem pahalı hem de düşük hızda seyrediyor, eğitim ücretleri raydan çıkmış bir şekilde hane halkını imkansız tercihlere sürüklüyor. Zorunlu malları stoklamak gibi normal zamanda görmediğimiz eğilimler oluşuyor. Aynen özel sektörün hammadde ve ara malı stokladığı gibi. Bu durum enflasyonun yapışkanlığını artırıyor.  Örneklerin sayısını artırabilirim.

Enflasyon yükseldikçe faiz oranlarının da yüksek kalacağı malum. İnsanlar yukarıda belirttiğim maliyetlerin önemli bir kısmının döviz kuru yükselişlerinden kaynaklandığını bildiği için, zorla düşürülen faizler karşısında mecburen kuvvetli paraları ya da geleneksel olarak altını satın almak durumunda kalıyorlar. Bankalar ve Finans Kuruluşları ise tasarruflarını dolara endeksli korumak isteyenler sebebiyle açık pozisyonda kalıyorlar ve piyasadan döviz alarak dengelemeye çalışıyorlar. Yabancı girdi kullanan firmalar da mecburen açık pozisyonda kalmamak için döviz alıyorlar.  

Yapılması gereken en doğru hamle Merkez Bankasının faizini tekrar anlamlı hale getirmek, ardından da maliye ile dış ticaret politikalarını en baştan gözden geçirmek. Böylelikle günlük yaşam ile faktör maliyetleri arasında anlamlı bir ilişki kurulması imkanı doğacak, nispi fiyatların anlamsız seyrine bir dur demek mümkün olacak. Aksi takdirde yüksek enflasyondan hiperenflasyona geçiş hızla gerçekleşir. Daha önce bu gibi tehlikelerin ucundan dönmüş bir ülkeyiz. Acısını çekmiş olan bilir diye düşünüyorum. 


Prof. Dr. Emre Alkin

https://www.dunya.com/kose-yazisi/bu-isin-sakasi-yok/652040

Ara