Dijitalleşmenin Bizi Sürüklediği Değişim…

 

Geçen hafta bir doktora yeterlilik jürisinde kıymetli akademisyenlerle bir araya geldim. Bu tip buluşmalarda bir yandan adayların hazırlığını test ederken diğer yandan bilgilerimizi de tazeliyoruz. İşletmecilerin arasındaki tek iktisatçı olarak büyük bir keyif aldığımı söyleyebilirim.

Perakendenin giderek dijitalleşmeye doğru gitmesinin sebep ve sonuçlarını tartıştığımız buluşmadan derlediğim notlara dün göz gezdirdim. Size aktarayım. Öncelikle Dijitalleşme meselesinde iki önemli ihtiyaç ve bir gerçek öne çıkıyor:

  • Hız
  • Bilgi
  • Geleneksel kanalların talebe tam olarak cevap vermemesi

Bankaların bile “ben finansal çözümler sunan bir teknoloji şirketiyim” diye kendilerini lanse ettiğini, telekom şirketlerinin de finansal işlemler yaptığını hatta işi daha da ileriye götürüp markayı kuruluş amacından daha farklı bir yere konumlandırdığı bir yeni dünyadan bahsediyoruz.

Değerli Hoca Prof. Dr. Ercan Gegez “kimse matkap satın almayacak hale geldi, duvardaki deliği satın alıyor” dedi toplantıda. Yani, işlemi yapan unsuru değil talep edilen işi satın alacak duruma geldik. Bu durumda işlemi yapan unsur eğer firma ise ki çoğunlukla öyle, arz ettiğini öne çıkarıp kendini geri çekiyor. Tabii, tüm bu anlattıklarım marka bağımlılığı veya müşteri sadakati adına bugüne kadar yazılmış olan tüm tezleri saha dışına atıyor diyebilirim.

Otomobillerin tam otomasyona geçmesiyle sahipliğine gerek kalmayacağı aşikar iken, mal ya da hizmetlerden çok talep edilen ihtiyaca para ödemek anlamlı hale gelecek. Kurumların bireylere göre ellerindeki varlıkları daha rasyonel kullandıklarına dair bir anlayışın hakim olsa da, artık bireylerin giderek daha akılcı davranmaya başladıklarına şahit oluyoruz. Hatta “prestij” unsuru giderek mal malikliğinden, arzu edilen ya da ihtiyaç duyulan neyse fiyat/performans açısından en uygun şekilde tatmini olarak tarif ediliyor.

“Bugüne Kadar Öğrendiklerimiz Geçersiz Hale Mi Gelecek ?..”

Prof. Dr. Saim Kılıç Hocanın sağduyulu uyarılarını da not etmişim. Mesela Bankacılık ve Finans tarafından yaklaşırsak: Fon talep eden ile fon arz eden açısından farklılık gösterse de, ihtiyacın giderilmesinin “uygun miktar-uygun maliyet” oluştuğu zaman tatmin edici hale geldiği unutulmamalı. Dolayısıyla söz konusu şartları yerine getiren herhangi bir kurum tüketici için “uygun kurum” olacaktır. O zaman markanın bilinirliği için harcanan kaynakların verimi hatta anlamını sorgulayacak hale gelebiliriz.

Üniversite tercihlerinde aynı ikilemi yaşıyoruz. Velilerin ya da öğrencilerin dikkatini çekmek için harcanan kaynakların arzu edilen sonucu verdiğine dair şüphelerimiz var. Çünkü eğitim kalitesi, mezunların hangi sektörlerde çalıştığı ve başarıları, akademisyenlerin ve öğrencilerin özgürlüğü, idari personelin liyakati ve çözüm odaklı davranışları gibi unsurlar nerede bulunuyorsa talebin orada yoğunlaşması gerekir. Bu unsurların birçoğunun dijitale dönüşmesi neticesinde, kurum tanıtımının önemi azalacak elbette. Öğrenciler farklı üniversitelerden farklı akademisyenlerin derslerine kayıt olarak, blok zincir mekanizması sayesinde geçerli bir mezuniyet belgesine kavuşabilir. Bu durumda fiziki mekana dayalı eğitimin sonu gelecek desem yanlış olmaz.

Tüm bu örnekler bize gösteriyor ki, marka-tasarım-pazarlama-reklam-satış-finansman konusunda bugüne kadar geliştirilmiş çözümlerden pek çoğunun çöpe gidecek Yaratıcı inovasyondan yıkıcı olanına geçmiştik, şimdi “değiştiren” inovasyon sürecindeyiz diyebilirim. Bu sürecin sonuçları ve yan etkilerini hafifletmek için Yönetim toplantılarını hem farklı gündemle gerçekleştirmek hem de katılımcıların özelliklerini de çeşitlemek gerektiğine inanıyorum.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara