Dış kaynakta Oflu Hoca yaklaşımı…

Fed ve IMF ile borç anlaşması yaparak para almamız pekala mümkün. Ama bunu yapmaktan imtina ediyoruz gibi gözüküyor.

Halbuki geçenlerde Fed, Endonezya Merkez Bankası ile 60 milyar dolarlık bir SWAP anlaşması yaptı. Elbette “getir bana kendi paranı sonra da al benim paramı” dememiştir. Mutlaka bazı şartları vardır bu anlaşmanın. Ancak şunu da unutmayalım: Endonezya Ekonomisi oldukça büyük bir ekonomi ve 2050 yılında Dünyanın en büyük 4. Ekonomisi olmaya aday. Kimse böyle bir ekonomiyi kendi kaderine terk edemez.

Buradan hareketle Türkiye’nin de pekala Fed ile 20 milyar dolarlık bir SWAP anlaşması yapması mümkün diyebilirim. Hatta IMF’den de 8 ile 10 milyar dolar arası bir kaynak kullanması da mümkün. Türkiye’nin buna hakkı var. Bu kaynağın maliyeti de yıllık % 1.5 olacak. Fakat şu ana kadar dışardan kaynak almakta tereddüt ettiğimiz gözüküyor. Sebebini sizin için araştırdım.

Merkez Bankası rakamlarını yakından incelediğimizde son üç yılda emisyonun 50 milyardan fazla arttığını görüyoruz. Şu an dolaşımdaki para 171 milyar TL. Sadece Merkez Bankası değil, banka ve finans kesimi de ciddi şekilde para üretmiş gözüküyor. Son üç yılda 1 Trilyon TL civarından artış var. Toplamda 3 Trilyon TL’ye yaklaşmış durumda. Dolayısıyla meselenin para miktarında değil likiditede yattığını görüyoruz. Yani piyasada nakit yok.
Merkez Bankası’nın para basmasının sebebi belli: Kamunun ödemeleri için Hazine’de para olmadığından emisyonu artırıyor. Parayı devlete veriyor. Sonra da parayı toplamak için zorlu bir harekata başlıyor. Basılan para boşta kalıp dövize giderse kurlar yükseleceği için, piyasaya döviz satıyor. Böylece kurların daha da hızlanmasını önlüyor ve bastığı parayı geri alıyor. Açıkçası zor bir süreç bu. Hem verimli olmayan hem de yaratıcılığı öldüren bir süreç diyebilirim. Rezervler sürekli azalıyor. Sistemi bu şekilde fazla kurcalarsak sonunda bozacağız.

“Ver elini deme, al elimi de….”

Meseleye geri dönersek, Fed ve IMF’den kaynak kullanmamız için öne sürülen şartlar ekonomi tekniği kadar felsefesine de dayanıyor. Mesela “Merkez Bankası bağımsız olmalı” deniyor. Bize sorsanız TCMB bağımsız, ama dışardan bakınca öyle gözükmüyor. Ekonominin, sporun, sanatın, enerjinin, bankacılığın ve neredeyse düzenleyici otorite konumundaki tüm aktörlerin Ankara’dan talimat bekleyerek yaşadığı açıkça görülürken, özerklik tartışmasından galip çıkmamız imkansız. Dolayısıyla, “parayı almıyoruz” desem de doğru “alamıyoruz” desem de doğru. Kimse Türkiye gibi bir ülkeyi tek başına bırakmak istemiyor ama biz de Oflu Hoca misali davranıyoruz.

Oflu Hoca denize düşmüş, boğuluyor. Kayıktakilerden biri “ver elini” diye uzanıyormuş ama Hoca bir türlü tutmuyormuş adamın elini. Sonunda biri dayanamamış: “Oflu Hoca’ya ver elini demeyeceksin, al elimi diyeceksin” demiş.

Özetle biz bu durumda bile karşımızdakinden “al elimi” demesini beklerken, ihtiyacımız olan kaynağı sadece banknot matbaasından sağlayacağız gibi gözüküyor. Çünkü IMF ve Fed’den destek istemeyi oy kaybı ya da siyasi gurur meselesi yaptık.

Batanlar battıktan sonra elbet Türkiye ayağa kalkacak. Sonra da “kimseden yardım kabul etmeden ayağa kalktık” diyeceğiz. Olan batanlara ve işsiz kalanlara olacak.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara