Döviz neden yükseliyor?..

Her zaman söylediğim gibi TL’nin değer kaybetmesi Türkiye’nin kronik derdidir. Yalın Alpay ile beraber yazdığımız “Olaylarla Türkiye Ekonomisi” kitabı üst üste yeni baskı yaparken, acaba okuyucular bu kronik derdin sebeplerine bakıyor mu diye kendime soruyorum.

En ciddi devalüasyonu 1958’de yaşamışız. Tam olarak 1 dolar 2.9 lira iken resmi olarak 9 TL oluvermiş. Karaborsada ise 20 TL’ye yükselmiş. Yani malın fiyatından çok bulunmasının önemli olduğu anlar yaşamışız. O zamanki hükümet dış borçları dondurmaktan piyasa ekonomisiyle uyuşmayan uygulamalara kadar birçok önlemi “yaparım ha” diye seslendirdiği için kilometre taşı niteliğinde bir devalüasyona imza atmış. Sonrası malum.

Geriye dönüp baktığımızda TL’nin değer kaybı çoğunlukla piyasa gerçeklerinden kopuk öneriler ya da uygulamalar sebebiyle olmuş diyebilirim. Mesela 57. Hükümet tarafından denenen “sürüklenen kur” gibi. Enflasyonla mücadelenin hep kestirme yollarına başvurmamız, ancak dışa bağımlılık konusunda devrim niteliğinde atılımlar yapmaktan kaçınmamız sürekli karşımıza döviz krizlerini çıkarmış.

Gerçekle artık yüzleşelim: Türkiye doğal bir para sisteminde yaşıyor. Ulusal paranın yanında bir de dolar var. Herkes borcunu, alacağını, kirasını, kestiği faturayı, alışını satışını ve her türlü maliyetini ve varlığını dolara göre hesaplıyor ya da endeksliyor. Yakın geçmiş ya da çok eski geçmiş fark etmez, herkesin TL’de kaldığı ya da dövizini satıp TL’ye döndüğü için yaşadığı en az bir nahoş anı var. Hal böyleyken, ne zaman politik-sosyal-ekonomik huzursuzluk olsa ortaya çıkan güven bunalımı bireyleri ve kurumları dolara yönlendiriyor. Yani kabahatin nerde olduğunu bulmak için işe tersten bakmayalım.

“Vatandaş alıyor diye döviz yükseliyor” diye bir durum yok. “Döviz yükseliyor diye vatandaş alıyor” demek istiyorum. Sorun çok net olarak güven sorunu. Bu da maalesef 50-60 yılın tecrübesinde yaşandığı gibi, piyasa gerçeklerinin dışında davranmak ya da meselelere kestirmeci kısa vadeli çözümler üretmemizden kaynaklanıyor. Bugün de aynı durumu yaşıyoruz.

“Anlaşılan tercih edilen model bu…”

Faiz paranın maliyetidir. Bunu da fonlama gücü, enflasyon ve riskler belirliyor. Bu gerçeği kabul etmeyince faizler zorla düşürülmeye çalışılıyor. Aslında mesele faiz değil, idarenin piyasa gerçeklerinden kopması endişesi. Çünkü piyasa gerçeklerinden kopmak demek dünya gerçeklerinden de kopmak anlamında ele alınıyor. Öyle ya da böyle dünyayla teması güçlü bir idarenin böyle bir yanlış içinde olmayacağını kabul edersek, ortaya çıkan sonuçtan mutsuz olmadıkları ve bilerek bu yolu denedikleri söylenebilir.

Özetle, kurların yükselmesinin enflasyon üzerindeki etkisinden çok büyümenin yavaşlamasının daha büyük risk olduğunu düşünüyor idare. Enflasyon yükselişinin faizler üzerindeki yükseliş etkisini de Merkez Bankası yoluyla bertaraf etmeyi düşündükleri de anlaşılıyor. Buradan hareketle, Ekim Ayında pas geçilse bile Kasım Ayında tekrar bir faiz düşüşü olacak diyebiliriz.

Dünyanın büyük kısmında faizlerin enflasyondan düşük seyrettiği göz önüne alındığında, atılan adımların “dünya gerçeklerinden kopuk” olduğu söylenemez. Sadece “enflasyonla mücadele ediliyor” gibi bir intiba vermeden, doğrudan doğruya büyümeye destek verildiği ifade edilmiş olsaydı, meslektaşlarımız kendilerini yormazlardır. Doğrudan doğruya bu konuda yorum yaparak katkıda bulunmuş olurduk diye düşünüyorum.

 

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara