Düşük enflasyon, düşük faiz: Meselenin özü…

Temmuz ayından beri söylediğim cümle pazartesi itibariyle iyice elle tutulur hale geldi diyebilirim. TÜFE oranları gerçekten %1.5 ve %2.0 arasındaki patikada açıklanmaya devam ediyor. Yıllık bazda ve aylık bazda beklenenden düşük açıklanan TÜFE oranlarının, hayat pahalılığı ile arası giderek açılıyor.

Şöyle ki, ulaştırma-gıda-ev eşyası-sağlık gibi “olmazsa olmaz” kalemlerde TÜFE’nin çok üzerinde aylık ve yıllık artışlar görüyoruz. Bunlar hayatımıza doğrudan doğruya etki eden kalemler. Okul harcamalarını da eklersek, açıklanan TÜFE rakamına bakarak isyan edenlere şaşırmamak lazım. Aslına bakılırsa “herkes kendi enflasyon endeksini yapmalı” derken kastettiğim de buydu. Resmi rakamlar tam olarak gerçek hayatı yansıtmıyor artık. Beklenenden %50 daha düşük açıklanan aylık ÜFE’yi de bu gelişmeye dahil ediyoruz artık.

Diğer taraftan mevsimine bakılmaksızın her ay satın aldığımız mal ve hizmetleri içeren “çekirdek enflasyon” beklentilerin üzerinde yükselmiş. Bu durumda mevsimlik fiyatlardaki gerilemeler sayesinde TÜFE’nin beklenmedik şekilde düşük çıktığını söyleyebiliriz. Şimdi soru şu: TÜFE’nin düşük çıkması kimin daha çok lehine?

“Herkes kendi enflasyonunu hesaplasın…”

Kiradan çeşitli hizmetlere kadar fiyatlar resmi enflasyona göre belirlendiği için ne kadar düşük çıkarsa o kadar iyi. Fakat ücret ayarlamaları için de geçerli olunca, sıkıntı çıkıyor. Çünkü hiçbir ücret artışı hayat pahalılığını yakalayamıyor. Dolayısıyla enflasyonu düşürme çabasının sonuç ve yan etkilerine doğru şekilde bakmak lazım.

Diğer taraftan, sermayenin veya tasarrufun değerlendirilmesi açısından bakıldığında TÜFE’ye göre hesaplama yapmak olumsuz yan etkiler yaratabilir. Çünkü faizler de hayat pahalılığının ve artan maliyetlerin oldukça gerisinde. Hatta KKM bile. Daha da kötüsünü söyleyeyim. Döviz almak bile artan maliyetlere karşı korumuyor. Stoklama ve depolama trendinin yükselmesi boşuna değil.

Bu sebeple tekrar altını çizerek söylüyorum: Kişiler ve kurumlar kendi enflasyon endekslerini yapmalılar. Başlangıç olarak maliyet unsurları arasındaki en belirgin 25 kalemden hesaplamaya başlasınlar. Sonra zaman geçtikçe daha hassas bir hesaplama için kalemleri artırabilirler. Böylelikle sermayenin ya da tasarrufların maliyetlere karşı korunup korunmadığını net şekilde hesaplamak mümkün olur.

Sonuç olarak; Ekonomi yönetiminin TÜFE’nin yıl onunda %60-65 arasında gerçekleşmesi için seferber olduğu anlaşılıyor. Ancak, çıkan rakamlara bakıp tekrar faiz düşürmek için hamle yapılırsa döviz kurlarındaki hareketten kaynaklanan fiyat artışları ile TÜFE açıklamaları arasındaki uyumsuzluk tamamen kontrolden çıkabilir. “Seçimlere kadar politika faizlerini tek haneye indirmek” gibi bir hedefin konuşulduğunu duyduğum için, böyle bir planın yan etkileri konusunda yorum yapma gereği duydum.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara