Ekonomik politika mı, politik ekonomi mi?..

 

Merkez Bankası’nın faiz kararıyla alakalı eskiden tek seçenek var iken, son iki aydır seçenek sayısı yükseldi. Eskiden “sabit tutacak” denilirken, şimdi “100, 75, 50” baz puan indirecek şeklinde seçenekler oluştu. Faiz indirmek bu şartlar altında arzu edilen sonuçları oluşturmuyor ancak faizi yükselterek dengeyi sağlayacak şartları çoktan geride bıraktık. Bu sebeple açıklanan karar ile ilgili yorum yapmayı zaman kaybı olarak değerlendiriyorum. Şimdi asıl meseleye gelelim.

Faiz indirimi büyümenin zora girmesi karşısında bir tedbir olabilir mi? Hem yüksek enflasyon hem de büyüme zorluğu yaşanırken ne yapılması lazım? Böyle sorular sorulduğu zaman, birçok uzman hemen teknik cevaba geçiyor. Hâlbuki ekonomik zorluklara neden müdahale edilmesi gerektiği ilaç önermekten çok daha önemli.

Ekonomiler zorluğa girdiği zaman hükûmetlerin tedbir alması gayet doğaldır. Aşısı, ısınma varsa soğutmak, ekonomik daralma varsa tekrar hareketlendirmek için mutlaka önlem alınmaktır. Bunun sebebi sadece bir sonraki seçimi garantilemek değil, seçilmiş olmanın gereğini yapabilmektir.

Ancak bazen ekonomik sorunlar bir yumak olarak karşımıza çıktığında, her derde deva bir reçete yazmak mümkün olmaz. Bu sebeple sorunları öncelik sırasına koymak gerekebilir. Bundan başka, çözüm önerilerini de sorunların kaynağına göre ortaya koymak önemlidir. Bunun için geçmiş tecrübeler ve ekonominin kabul görmüş bilimsel yaklaşımlarını dikkate almak lazımdır.

Elbette, geçmişte yaşanmış her tecrübe veya kabul görmüş her bilimsel yaklaşım tecrübe ettiğimiz her zorluğun düzelmesine fayda sağlamayabilir. Ancak bu durum rasyonellikten uzaklaşmaya davetiye çıkarmamalı. Her zaman söylediğimiz gibi bilim, gözlem ve deneye dayalıdır. Ortaya çıkan sonuçlar matematikle rasyonalize edilir. Fakat matematik formüllerle üretilmiş çözümler eğer gerçek hayatta geçerliliği test edilmemiş ise, varsayımdan öteye geçmez. Ayrıca, denenmiş ve çalışmadığı kanıtlanmış yaklaşımların ısrarla tez, teori veya model olarak önerilmesi rasyonellikten uzak davranışlardır diyebiliriz.

Ekonomiler zor durumdayken hükûmetlerin para piyasasından menkul kıymetlere, mal ve hizmet piyasasından dış ticarete kadar müdahalesi son derece doğal ve makul karşılanması gereken bir durumdur. Ancak, söz konusu müdahalelerin piyasa mantığı dışında yapılması durumunda sosyoekonomik yan etkilerinin hesaba katılması gerekmektedir. Bazı ekonomilerde küçük tasarruf sahiplerinin, KOBİ’lerin ve sabit gelirli vatandaşların güçlenmesiyle düzelme başlar. Bazı ekonomilerde ise ekonomik faaliyetler dengeli dağılmadığı için, menfaat gruplarının güçlenmesi kurtuluş reçetesi gibi gözükür.
Burada önemli olan, siyasetin hangi amaca hizmet ettiği ve çözüm konusundaki yaklaşımıdır. Gelir dağılımının düzeltilmesi, hayat pahalılığı ile mücadele, adalet, eşitlik, özgürlük, tam demokrasi, eğitim kalitesi, rekabet vs. gibi reformist konuları önceliğe alan bir hükûmetin ekonomik zorluklarla ürettiği reçete elbette daha uzun vadeli, sabır isteyen ama değer kazandıran bir tarzda olacaktır. Kısa yoldan çözüm isteyenler ise uzun vadeli büyük sorunlar oluşturacaktır…

Hafta başında YouTube’da paylaştığım profil gibi, her sabah kalkıp şartlara göre çözüm belirleyen ve bu şekilde topu havada tutan iş adamına benzeyen şekilde, sadece günü kurtarmak için bahane yönetimi yapmak, siyaset üretene uzun vadede kazanç sağlamaz. Çünkü şartlar kötüleştikçe müdahale imkânları azalır, kördüğüm olduğu zaman da çözüm genelde toplumun canını acıtacak şekilde uygulanır. “Acı reçetenin” bir sonraki iktidara bırakılarak geri dönüş hazırlığı yapmanın ne kadar başarılı bir yaklaşım olduğu da tartışmaya açıktır.

Stratejinin başarısı paydaşlıktan geçer…

Elbette, her iktidarın bir stratejisi vardır. Söz konusu stratejinin taktik hamleler ile desteklenmesi gerekir. Ancak strateji “pozisyonu sağlamlaştıralım sonra bakarız” şeklinde oluşursa, hiçbir taktik hamle ile yanlış istikametten kurtulmak mümkün değildir. Çünkü böyle bir yaklaşım olsa olsa bir plan olabilir, planlar tutsa da arzu edilen ortam oluşmayabilir. Tarihte bunun birçok örneği bulunmaktadır.

Stratejinin başarılı olması için, paydaşlarının haberdar olması, inanması ve doğrudan parçası olması gerekir. Toplumun büyük bir kısmının bilmediği, inanmadığı veya görev almadığı bir planın başarısı stratejik olarak zaten tartışmalıdır. “Biz kazanırsak her şey çok güzel olacak” demek ile “onlar gelirse her şey berbat olur” demek arasında bir fark yoktur. Eğer toplum inanmıyorsa ortaya bir Pirus Zaferi çıkar. Özetle, seçilmek amaç değil araç olmalı. Amaç da mutlaka topluma fayda üreten düşünceleri içermeli.

21. yüzyılda özgürlük, adalet ve eğitim üzerinde kısıtlayıcı tasarımlar kullanmak, piyasa kurallarını uzun süre ihlal etmek, ayrıcalıklı sınıflar üzerinden çözümler üretmek nihayetinde gerginlik ve şiddet oluşturur. Bu gelişmenin istenmeyen sonucu, doğal ya da sonradan kazanılmış kimlikler üzerinden meydana getirilen çatışmalardır. Kendisinin sebep olduğu sorunu çözerek ortalığı sakinleştiren siyaset tarzıyla, hak ve özgürlüklerin eşitlikçi bir şekilde dağıtılmayacağı tarihe bakılınca görülmektedir.

En başta söylediğim gibi, ekonomiler zorluğa girdiği zaman müdahale etmek doğaldır. Ancak müdahale tarzını siyasete fayda üretecek şekilde tasarlamak tehlikelidir. Sorunu çözmek ya da hafifletmek için değil, yükü birilerinin sırtından alıp diğerlerinin üzerine koymak şeklinde üretilen reçetenin kimseye faydası yoktur. Yükü ya adaletli bir şekilde dağıtmak ya da bir süre tamamen devletin üzerine almak gerekir. Zaten devletin varlık sebebi de budur.

Son olarak: Doğruluğu gözlem ve tecrübeyle tespit edilmiş, kabul görmüş gelişmeleri matematik marifetiyle yok saymak, makineler ya da binalar için değil insanlar için fayda üretilmesi gerektiğini unutmak, sevmediğimiz insanların doğru söylemlerini görmezden gelmek ya da aksini ispata çalışmak sadece siyasetin değil, meslektaşlarımızın da düştüğü tuzaklardan bazılarıdır.
Hayatı doğru okumak, sağlıklı amaçlara sahip olmak, mesleki körlüğe düşmemek, tecrübeye saygı duymak, sorgulamak ve en önemlisi kişinin aklı başında insanlarla istişare etmek itibarın anahtarıdır.

Şimdi bu söylediklerim çerçevesinde faiz kararını değerlendirelim…

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara