Emre Alkin ile seve seve aldattım -2 – Selin Bilgehan

Tekrar merhaba! Emre Alkin ile “Seve Seve Aldattım” kitabı üzerine yaptığımız röportajın devamı ile tekrar sizlerleyim. Keyifli okumalar!

Küçük kız romantizmi yaşarken Vladimir Visotskiy dinliyor. Hayat kadını karşısındaki erkeğe ağzının payını verecek kadar iyi Fransızca konuşuyor. Çok güzel kadınlar, karizmatik erkekler, herkes eğitimli, kültürlü ama kimse aşktan yana mutlu değil ve aslında kendilerinden memnun değil, ancak öleceği günü öğrenen kişinin aklı başına geliyor ya da aşkı aklına geliyor mu desem?

Hayat salt kendi başına anlatılacak kadar hoş değil. Sinema ve tiyatroda jestler nasıl abartılıyor, görüntüler olduğundan fazla nasıl parlatılıyorsa, ben de öyle bir kurgu yapıyorum. Kurgu gerçektir derler ama illa hayatın tüm gerçeklerini yansıtıyor anlamında değildir. Hikayenin kahramanlarına bazı özellikler koyarak kurgu yaptım. İyi ki de yaptım. Çünkü, “Seve Seve Aldattım” öyküsündeki kadının hikayesi kendi başına çok eğlenceli olmayabilirdi. Karşısına onu seven, aşık olan, kabiliyetli bir insan koydum ama, kadına da bazı kabiliyetler kazandırdım ki daha da okunabilir hale gelsin diye. Karakterlerim süper kahramanlar değil, karizmatik duruşları ve entelektüel seviyeleri veyahut sivriliklerini bir kenara bırakırsak, buradaki tek gerçek şu: herkes mutsuz! Ancak ölmeye yakınken aşkın ne kadar önemli bir şey olduğunu anlıyorlar. İlla her şey gerçek hayattan alınamaz, romancının özelliği de biraz kurgu yapması, biraz değil çokça kurgu yapmasıdır. Hatta hikayelerin hiç gerçek olmaması, kurguyla yazılmış olması daha güzel. Kitapta gerçek hayattan alınan tek bir şey var: İnsanlar alışılmış mutsuzluklar için keşfedilmemiş mutlulukları hep feda ediyorlar. Tabii, herkes böyle değil. Kitapta sadece bir tane rasyonel karakter var, bakalım onu bulabilecek misiniz?

 

Yazdığınız gibi aşkın formülü yok. Gerçek aşk unutulamayan, ölene kadar süren aşk mıdır? Aşk acısı çekip, unutulmak zorunda kalınan kişilere bile gerçekten aşık olunmamış mıdır?

Aşk illa ölümsüz değildir. Ölümsüz aşklar vardır o doğru ama her aşk ölümsüz olacak diye bir kaide yok. Aşk acısı çekilmiştir, yaşanmıştır, unutulmuştur ama bir sonraki, diğerini unutturmuş olduğu için, “demek ben öncekine aşık değilmişim, şimdi aşık oldum” dersiniz ve bir sonra daha iyisini yaşarsınız. “Aslında ben hiçbir şey yaşamamışım bu daha iyi” dersiniz. Bence bu güzel bir şey; her seferinde daha güzel, daha yoğun bir aşk yaşamak. Bu da tecrübe kazandıkça, büyüdükçe başarabileceğiniz bir şey… Ayrıca, hiç aşık olmadan ölen tanıdıklarım da var. Ölmeden evvel, bana anlattıkları hikayelerden de aşktan yana nasiplerini almadıkları anlaşılıyordu ve zaten bu, hayatlarına yansımış durumdaydı.

KEŞKE DEĞİL, İYİ Kİ!

Maddi bakımdan erkeğe bağımlı olmadan ayakta durmayı öğrenen, başarılı ve güzel kadınlar da hayatlarında bir erkek olmadığı zaman kendilerini eksik ve mutsuz hissediyorlar. Oysa, daha küçük yaşta, kendilerini tek başına da olduğu gibi kabul edip, sevmeye yönlendirilseler, hikayenizdeki gibi, sevgili ararken internet dolandırıcılarının ağına düşecek kadar umutsuz olmazlardı değil mi?

“Keşke” kelimesini kaldırmak lazım lugattan, “iyi ki” demek lazım. Herkes sizin dediğiniz gibi küçük yaştan öğrense bunları iyi olurdu, ama bunun bir okulu yok ki! Öyle ya da böyle herkesin kırılganlıkları var. Zincir de en zayıf halkası kadar güçlü. İş hayatında, sanatta, sporda başarılı insanlar aşil tendonlarından vuruluyorlar. Bizim konumuz aşk olduğu için aşkı konuşuyoruz ama, çok başka kırılganlıkları olan insanlar var.

Evdeki yaşantıyla alakalı, anne ve babanın arasındaki ilişkiyi görüp, bu tür kırılganlıklara sahip olanlar ya da küçük yaşta yaşadıklarıyla ilgili kırılganlıklar… Ben, bunların eğitilerek geçiştirilecek şeyler gibi görmüyorum. Bu tip duygular varsa da vardır; bununla da yaşamayı öğrenmek lazım.

ANIN KIYMETİNİ BİLEREK YAŞAMAK

Her an ölebileceğimizi bildiğimiz bu dünyada, çok geç olmadan, geçmişi bırakın, geleceğin kaygısını taşımayın, sadece anda kalarak korkmadan aşkınızı yaşayın diyorsunuz. İçimizdeki çocuğun saflığına ve cesaretine, yetişkin halimizin de olgunlaşarak beklentisizliğe geçmesine ihtiyacımız var değil mi?  

Tam olarak tarif etmek istediğim şu: Bazen birisiyle tanışırsınız veya çok kavgalı olduğunuz eşiniz, sevgiliniz vardır. Bir yere gidersiniz, o anın romantizmiyle, bütün kavgalar, bütün karşılıklı tanınmışlıklar durur. Bunu, henüz tanımadığınız bir yabancıyla da yaşarsınız, oturursunuz, o anın keyfini çıkarırsınız. O andan bir tane daha yok çünkü! O an, iki tarafın da önemsediği, ciddiye aldığı, duygu yüklediği bir an… Bu sebeple, geçmişteki bütün kırılganlıklar o an için yok olabiliyor.

Bunu başarmak kolay bir iş, sadece o anın kıymetini bilmek lazım. Birazcık da akıllı olmak lazım: Güneşin doğuşunu, rüzgarın esintisini, bir çiçeğin açışını düşünün… Bu güzellikleri, dünyevi dertlerle bozmaya çalışmazsınız. Harikulade bir mehtap varken, tutup Fenerbahçe- Galatasaray maçından bahsetmezsiniz. Elele girdiğiniz denizde, kavga mevzularını, para pul konularını, çocukların okullarıyla ilgili sorunları açmanın alemi yok. Sadece o anı yaşamak lazım. Dolayısıyla, sadece duygusal değil akıllı da olmak lazım. Tanıdığınız ya da henüz tanımadığınız bir insanla harika bir an yaşayabilirsiniz. Gençken bunlar pek başarılamıyor, yaş ilerledikçe bunun kıymetini biliyorsunuz.

SEVGİ İLE AŞK AYRIMI….

Aşkın ilerleyen zamanlarında sevgiye dönüştüğünü söyleyenlerden farklı olarak, sevgi ve aşkı ayrı kavramlar olarak yansıtmışsınız. Sevgi de ilerleyen zamanlarında alışılmış mutsuzluğa mı dönüşüyor?

Sevgi ve aşk aslında birbirinden çok da ayrı değil de biz ayırmışız. Bizim kültürümüzde anneye, çocuğa vs. sevgi var, bu tür sevginin aşkla alakası yok.

Bizde aşk, içinde ihtiras olan, ulaşılamaz bir şeymiş gibi gözüküyor. “Sevgi ile Aşk” ı şöyle ayırabiliriz: İnsan birkaç kişiyi sevebilir ama bir kişiye aşık olur, aynı anda birden fazla kişiye aşık olmak çok mümkün gözükmüyor. En azından, bunca yıldır yaptığım araştırmalara, gözlemlerime, arkadaşlarımla veya psikologlarla yaptığım konuşmalara göre de bu böyle…

Hakikaten, aşık insanlarla konuştuğum zaman, gözlerindeki Aşk’ı görüyorum. Ama, bana söyledikleri şey; birden fazla kişiyi sevebildikleri, çünkü her kişinin kendine has özelliği olduğunu, bu özellikleri severek bir ilişkiye başlayabildiklerini ama başka birini de sevebildikleri vs…

Ama, Aşk bir kişilik oluyor, çünkü o zaman aklınızdan başka bir şey geçmiyor, akılda sadece o aşık olunan kişi var. Ben onlara şöyle zor bir soru soruyorum: “Birine aşık oluyorsun, aynı zamanda birisini sevebiliyor musun?” Bu zamana kadar pek doyurucu bir cevap alamadım. Kimi olgun yaştaki erkek “Olabilir, bir kadına sırılsıklam aşık olabilirim ama aşık olduğum kadın çocuklarımı sevmiyor olabilir, çocuklarıma çok iyi davranan bir kadını sevebilirim aynı zamanda” diyor.

Kimi kadın da “Bir adama sırılsıklam aşık olabilirim ama bana iyi davranmıyordur veya güzel sözler dile getirmiyordur, serttir, çok güzel iltifat eden bir adama ilgi duyabilirim, ama bu demek değil ki ona aşığım” diye itiraf ediyor.

SEVERSEK BİRDEN ÇOK KİŞİYİ SEVEBİLİYORUZ, AŞIKSAK SADECE BİR KİŞİYE…

Bu bir kara kutu, içinden ne çıkacağını bilemiyorsun, ama bildiğim bir tek şey var; insanlar aslında “Aşk ile Sevgi”yi çok da birbirine karıştırmıyorlar, çok bilinçliler bu konuda.

Tekrar etmek gibi olacak ama, birisini sevmek, genellikle hayatınızda eksikliğini hissettiğiniz şeyin bir yansıması da olabiliyor. Mesela, iltifat edilmeyen ama çok aşık bir kadın, kendisine iltifat eden birine bakabiliyor. Öte yandan, çocuklarını çok seven bir adam, çocuklarına iyi davranan birini sevebiliyor ama aşktan gözü dönüp çocuklarıyla arası iyi olmayan bir kadının peşinden dünyanın bir ucuna koşabiliyor. Sevgi de, Aşk da alışılmış mutsuzluğa dönüşmüyor, insanlar kendi elleriyle alışılmış mutsuzluğu yaratıyorlar. Risk almaktan korktukları için, garanti olan neyse ona sarılıyorlar. Tersini yapanlar da var. Ancak mutluluk orada da garanti değil tabii.

Ben de diyorum ki; garanti olan mutsuzluksa, bir silkelenin, kendinize gelin, mutlu olma ihtimalinizin olduğu yere doğru başınızı çevirin, risk alacağınız, atlayacağınız o büyük deniz garanti vermiyor ama burada mutsuzluk garanti! En azından bir şansınızı deneyin!

Yazmaya devam etmenizi diler, bu güzel röportaj için teşekkür ederim.

Sevgilerimle,

Ara