Enflasyon oranları artık hassas terazide….

Enflasyon rakamları açıklandı ve tahmin ettiğimiz gibi geçen yılın son iki ayındaki olumlu baz etkisi sebebiyle % 2 gibi yüksek bir aylık rakama rağmen yıllık TÜFE tek hanede kaldı: % 8.55

Şöyle bir hatırlayalım: Geçen yılın Kasım ayında % -1.44 ve Aralık ayında % -0.40 TÜFE oranlarıyla karşılaştık. Ancak bu yılın Ocak Ayından itibaren tüm rakamlar hep pozitif gerçekleşti. Hatta geride bıraktığımız 15 yılda çoğunlukla Haziran ve Temmuzda, ara sıra da Ağustosta gördüğümüz aylık negatif enflasyonu bu yıl yaşamadık. Dolayısıyla basit bir hesapla YEP’teki % 8.5’lik 2020 hedefinin tutması için bize ne gerektiğini rahatlıkla söyleyebilirim.

2019 yılının rakamlarını esas alıp, 2020 yılının muhtemel enflasyon oranlarını aylık en az % 0.05 ile % 1.00 olarak geometrik dizine koyduğumuzda, TÜFE’de % 9’un altındaki hedefi tutturmak riskli hale geliyor. Hatta birkaç ay TÜFE% 1 veya üzerinde çıkarsa, bu sefer kalan ayların tamamında % 0.5’ten daha düşük rakam çıkması gerekecek.

“Aylık enflasyon açıklamaları 2020’de en büyük heyecanımız olacak…”

Buradan hareketle TÜFE’nin 2020’de aylık olarak % 0.05 ile % 0.7 arasında seyretmesi gerekiyor diyebiliriz. Böyle bir gelişme olursa, 2019 yılına ait sürekli pozitif çıkan aylık TÜFE rakamlarının yarattı baz etkisinin üstesinden gelinebilir. Böylece Merkez Bankası’nın fonlama maliyetini daha da düşürmek için daha cesur olması sağlanabilir.

Ancak söylemekle olmuyor. Eğer yeni yılda da zamlar peş peşe gelmeye başlarsa, kararnamelerle vergi oranları artırılıp kanunla yeni vergiler icat edilirse elbette bunların maliyetler ve fiyatlar üzerine yansıması kaçınılmaz olacak. Buradan hareketle 2020 TÜFE Hedefinin önündeki riskleri bir kere daha inceleyelim:

– İç ve Dış Siyasetteki olumsuzluklar sebebiyle kurların yükselmesi, bu durumun fiyatlara yansıması

– Vergiler sebebiyle yükselecek maliyetler ve bu durumun fiyatlara yansıması

– Baz etkisinin olumlu tarafının değil olumsuz tarafının başlayacak olması

– Enflasyonun düştüğüne dair inancın az olması ve çift haneye tekrar yükselmesi halinde bireylerin talep ve fiyatlama davranışlarına olumsuz şekilde yansımayacak olması

Buradan hareketle, enflasyonla mücadelenin aslında beklentileri doğru şekilde yönetmek olduğunu net olarak anlaşılıyor. Bu çerçevede iç ve dış siyasetin ekonomik parametreler üzerinde Merkez Bankası Faizinden daha etkili olduğu ortaya çıkıyor. Kamu Harcamalarının öncelik tespitini ve finansman metodunu, diplomatik duruşumuzu, iç siyasetteki söylemlerimizi, mevzuat ve kanunları akılcı şekilde oluşturmadığımız sürece, makroekonomik parametrelerde kalıcı bir düzelme sağlamak mümkün gözükmüyor.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara