Bu sabah enflasyon rakamları açıklanacak. O yüzden daha açıklanmadan hayat pahalılığı üzerine paylaşım yapayım dedim. Kira ödeyen, çocuk okutan, evine alışveriş yapan, kredi ödeyen bir vatandaş olarak TÜFE’nin yaşadıklarımı yansıtmadığını biliyorum.
Ancak bilim insanı olduğumuz için, resmi rakamlar üzerinden analiz yapmak mecburiyetindeyiz. Rakamlara karşı güven giderek azalsa da, referans noktası hakkında şüphelerimiz olsa da durum bu. Ücretlerin satın aldığı ürünler her ay azalırken, ücret artışlarının “pansuman” niteliğinde bile olmadığını bizzat tecrübe ediyorum.
Dolayısıyla, sabah raporlarında çoğu zaman ücret artışları yaparak enflasyonla mücadele edilemeyeceğini söylüyorum. Ancak bu sözlerim bazen yanlış anlaşılıyor ve bazı kesimlerin tepkisini çekiyor. Halbuki söylediğim basit: Eğer enflasyonu oluşturan sebeplerin kaynağına inmez ve sadece çalışanların gelirini enflasyon nispetinde artırırsak, hayat pahalılığını düşürmek imkanı elimizden kaçacak.
Söylediklerimi doğrulayan ise Türk-İş “Açlık ve Yoksulluk Sınırı” araştırması oldu. Söz konusu araştırmanın 2022 Temmuz ayı sonucuna göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken aylık gıda harcaması tutarı, bilinen adıyla “açlık sınırı” 6 bin 840 TL’ye yükselmiş. Gıda harcaması ile giyim, konut, ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı diğer ismiyle “yoksulluk sınırı” ise 22 bin 279 TL’ye çıkmış.
“Bekar veya Evli Fark Etmiyor..”
Bekâr bir çalışanın yaşama maliyeti ise aylık 8 bin 929 TL’ye yükselmiş. Araştırmaya göre Ankara’da yaşayan dört kişilik bir ailenin gıda için yapması gereken asgari harcama tutarındaki artış bir önceki aya göre % 7,01. Son on iki ay itibariyle artış oranı % 128,44 ve yedi aylık değişim oranı ise % 66,90 oranında olmuş. Diğer şehirlerde bundan çok farklı artışlar olduğunu düşünmüyorum. Hatta daha fazla olabilir.
Tüm bunlar bize gösteriyor ki, ekonomiyi soğutmadan ve tüketimi frenlemeden enflasyonu düşürme imkanımız pek yok. Ancak seçime giderken “fiyatları yükseltmeyin ve arzı artırın” diyerek reel kesimi coşturmaya çalışmanın, kaynak vermeden başarılı bir sonuç vermeyeceğini de söylemem lazım. İSO ve Merkez Bankası Toplantısından yansıyanlar gösteriyor ki, para otoritesi ile reel kesim giderek birbirinden uzaklaşıyor.
Açıkçası ekonomi yönetiminde görev alanların bazı gelişmeleri genele şamil şekilde yorumlamaları Türkiye’yi doğru istikamete götürmüyor. Ucuz kaynakla döviz almış olanları açıklama tehdidinde bulunmak yerine buna fırsat vermeyecek uygulamaları ortaya koymak daha akılcı bir davranış olacak diye düşünüyorum.
Not: “Açıklarım ha” demek yerine en iyisi açıklamak. Eğer kanun gereği açıklanamıyorsa bu tarz söylemlerden uzak durmak lazım. Hem kurumsallık adına, hem de günahı olmayanları kızdırmamak adına.
Prof. Dr. Emre Alkin