Fiyat Nedir ? Nasıl Tespit Edilir ?

Haydi bugün iktisada yeniden giriş yapalım:

Antik Yunan Düşünürlerinden bugünün dijital teknolojilerini üreten firmalara kadar tarih boyunca herkesin üzerinde düşündüğü ve tarif etmeye çalıştığı, mal ve hizmetlerin parasal değerini ifade eden “fiyat” birinci öncelikteki analizlerden biri olmuştur. Elbette bununla birlikte Roma, Çin, Osmanlı gibi imparatorlukların boğuştuğu, modern zamanlarda başta Latin Amerika Ülkeleri olmak üzere Türkiye’nin de içinde bulunduğu gelişen ülkelerin temel problemi olan “enflasyon” yani fiyatların genel düzeyindeki artışın sebeplerini bulmak da benzer şekilde düşünürlerin, ekonomistlerin ve ekonomi politikası uygulayıcılarının en önemli meselelerinden biri haline gelmiştir.

Mal ve Hizmetlerin -ki bunların içinde üretim için gerekli olan emtia da bulunmakta- fiyat değişimleri sadece ülkeleri değil küresek ekonomiyi de yakından ilgilendiren gelişmelerdir. Ancak, “yakından ilgilendiren” derken bu önermenin “çözüm” anlamına gelen reçete üreteceğini garantilemediğini söyleyebilirim.

Tanınmış bir yazara göre, insanlar bir gün mutlaka yıldızlara ulaşacaklardır ama o dönemde dahi fiyat artışlarına nelerin neden olduğunu ve bu artışları nasıl denetim altına alabileceklerini düşünmeye devam edeceklerdir.

Bu iddia moral bozucu gibi gözükse de, Antik Yunan’dan beri “doğru fiyat” arayışı içinde olan insanoğlunun bitmeyen çabalarına göz atıldığında, çok da hatalı gözükmemektedir. Hal böyleyken, fiyat ve fiyatın tespitiyle alakalı analizi derinleştirerek yola devam etmekte fayda gözüküyor.

Sayfanın başında da belirtildiği gibi, fiyat “değer” kavramının para olarak ifadesidir. Tarih boyunca bir malın ya da hizmetin fiyatını belirleyen değerin tarifi çeşitli şekillerde yapıldıysa da, bu konuda 19. Yüzyılın sonu ve 20. Yüzyılın başında yapılmış olan çalışmaların daha eller tutulur olduğunu söylemek gerekiyor.

Genellikle insanlar “değer” kavramını mal ya da hizmetler üzerinde şu ana yaklaşımlarla ele almış gözükmektedirler:

 

– Kıtlık ya da bolluk

– Fayda

– Üretim Maliyeti

 

İlk bakışta mantıklı gözüken bu önermelerin, günümüz şartları göz önüne alındığında yetersiz kaldığı gözükmektedir. Mesela toplam faydası elmasın toplam faydasından çok yüksek olan suyun değerinin (fiyatının) elmasa göre çok düşük olması, kıtlık kavramının nispi bir kavram oluşu, maliyetlerin üstünde fiyatlarla satılan mallar vs. düşünürleri devamlı yeni açıklamalara itmiştir.

“Ekonomi Deneye Değil Gözleme Dayalıdır..”

Nihayet, psikolojinin 19. Yüzyılda iyice yaygınlaşması sonucunda ekonomik analizlere yeni kavramların eklenmesi mümkün olabilmiştir. Örnek vermek gerekirse, bir mal ya da hizmeti tüketirken oluşan “doygunluk” kavramı genel kabul gören bir yaklaşım olmuştur. Kişiler, tükettikleri veya tüketime hazır tuttukları mal birimleri artıp fizyolojik veya psikolojik doygunluk noktasına yaklaştıkça tükettikleri veya ellerindeki stoka ekledikleri her yeni mal birimine, bir öncekine göre daha az önem verirler; çünkü doygunluğa yaklaşma, her yeni mal biriminin getirdiği (ve toptan faydaya eklediği) ek faydayı (marjinal fayda) giderek azaltmaktadır. Doygunluğa ulaşıldığında, kişiyi bu noktaya ulaştıran sınırdaki (marjinal) mal biriminin toplam faydaya katkısı sıfır olmuştur. Şu halde kişinin gözünde tükettiği malın değeri, doygunluk noktasına uzak veya yakın bir noktada tüketim ve stok miktarına bağlı olacaktır. Sonuç olarak bir malın değeri o malın rengi, şekli, yoğunluğu vs. gibi objektif bir niteliği değil, tüketilen miktarına ve tüketen kişinin eğilimlerine bağlı bir sübjektif (deyim yerinde ise psikolojik) niteliğidir.

Örnek vermek gerekirse, günümüzün perakende satış metotları arasında, tüketiciye daha fazla mal ya da hizmet satın aldırmak için, tüketildikçe farklı fiyatlar uygulayarak talebi canlı tutmak bulunmaktadır. Fast-Food zincirlerinden çeşitli aksesuar markalarına kadar, tüketicinin daha fazla talep etmesi için kurgulanan satış taktikleri, yukarıda bahsedilen fizyolojik-psikolojik tepkiye göre hazırlanıyor demek yanlış olmayacaktır.

Demek ki, mal ya da hizmetin değerini belirleyen unsurlar tüketilen miktara göre oluşan fayda büyük önem arz etmekte, söz konusu değerin parasal ifadesi olan fiyat ayarlamaları da buna göre yapılmaktadır. Ancak, iktisat öğretisinin ilk zamanlarında fayda ve miktar eş-anlı olarak ele alınmamış, ancak 19. Yüzyılın sonlarına doğru iki tarafa da ağırlık veren çalışmalar ortaya konmaya başlanmıştır. Nihayetinde, talep edilen miktar ile arz edilen miktarın eşitlendiği yerde fiyatın oluştuğu kabul edilmiştir. Elbette talep edilen miktarın faydaya göre, arz edilen miktarın da maliyetlere göre belirlendiğini söylemek gerekiyor.

Fiyatın “veri” yani kısa dönemde değişmez kabul edildiği yerde, doğal olarak arz edenin en önemli meselesi maliyetler olacaktır. Eğer maliyetler düşüyorsa daha çok mal üretip satacak, yükseliyorsa bundan imtina edecektir. Tabii, pratikte yaşanan ölçeği büyüterek maliyetin düşürülmesi burada kısmi olarak dahil olmaktadır. Ekonomi öğretisinin en önemli yaklaşımı olan “ceteris paribus” ile yani tüm değişkenlerin sabit kabul edildiği bir hayali ortamda analizler derinleştirilmektedir.

Bunun sebebi, ekonominin deneysel bilimler gibi pozitif olmaması, içinde insan davranışları, doğa olayları gibi unsurlardan etkilenmesidir. Bu sebeple, ekonomiyi net olarak anlamak için adeta havası alınmış bir deney tüpüne koyar gibi incelemek gerekiyor.

Şu halde önce, üretici bir firmanın üretiminin hangi unsurlardan doğduğunu bilmek gerekir. Firma üretimini arttırmak istediğinde kullandığı üretim unsurlarının tümünü genişletme imkânını bulamazsa ne yapar? Kendisi için uygun ve ucuz bir unsura ağırlık verip; diğerlerinin kullanımında daha yavaş bir tempo uygularsa, ağırlık verdiği ve kullanımını giderek arttırdığı unsurun verimi hep aynı kalır mı? Yoksa verimin düşmesi ihtimali var mıdır? Bu durum firma maliyetlerini ve dolayısıyla mal arzını ne yönde etkiler?

Bu soruların teorik olmadığı, günlük hayatta da işletmelerin bu sorulara cevap aradığı bilinmektedir. Teknolojinin gelişmesi sayesinde tüm bu soruların cevaplarını simülasyon yaparak çeşitli senaryolar sunan yazılımlar sayesinde öğrenmek elbette mümkündür. Ancak yazılımın arkasındaki kurgunun yukarıda bahsedilen ve yüzyıllardır tartışılan, yaşanan deneyimler olduğu unutulmamalıdır.

Erdoğan Hoca’yı rahmetle anarken, onun ders notlarıyla kendi tecrübelerimi birleştirmenin keyfini sizinle paylaştım Dostlar..

 

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara