Gelecek öngörüsü kolay bir sanat değildir

Pandeminin etkilerini geride bırakmaya çalıştığımız bugünlerde uluslararası kuruluşların raporları ardı ardına yayınlanıyor. Açıkçası, raporların neredeyse tamamı “pembe tablo çizmekten uzak” bir görünümde. Bunun bir sebebi, 2018-2020 arasında söz konusu kuruluşların öngörülerinin isabetli olmaması, diğer sebebi de belirsizliklerin daha önceki dönemlere göre oldukça fazla sayıda olması.

Son olarak, Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, gelişen piyasalarda toparlanma işaretlerinin olmasına karşın reel sektör kredilerinde stres göstergelerinin yüksek seyretmeye devam ettiğinin altını çizmiş.

Moody’s’ten tarafından değerlendirilen 107 gelişen ülkenin %73’ünün “yatırım yapılabilir” not seviyesinin altında kaldığı, %31,8’inin ise kredi notu görünümünün “negatif” olduğunu hatırlatırken, gelecek için fazla umut vermedi.

Diğer taraftan gelişmiş ekonomiler içerisinde halihazırda negatif görünüme sahip ya da negatif izleme altında olan ülke bulunmadığı görülüyor.

Moody’s açıklamasında görüşlerine yer verilen uzmanlar “Çin ve Türkiye hariç geçen yıl G20 ülkelerinin reel GSYH’si ortalama % 6 daraldı. Gelişen piyasalarda bu yıl üretim toparlanıyor ama salgın öncesindeki seviyelere dönmek 2022’yi bulacak” ifadelerini kullanıyorlar. Açıkçası ben de PMI rakamlarındaki iniş çıkışlardan dolayı endişeliyim diyebilirim.

“Fütürizm başka Öngörü Başka…”

İlginçtir, IMF ve DTÖ raporları 2025-2030-2035 yıllarına doğru ABD, Çin, Vietnam gibi ekonomilerin çok hızlı yükseleceklerini ancak, Türkiye’nin aynı hızda yola devam edemeyeceğini gösteriyor. Elbette bu raporlar, genellikle bugünkü modelle gelecekte ne olacağını tarif ederler. Halbuki gelecek öngörüsü bu şekilde yapılmaz. Güney Koreli Kalkınma uzmanı Ha-Joon Chang ‘ın şu sözüne her zaman dikkat ederim:

“…Tarihsel perspektif doğru uygulandığında, kendiliğinden bir model ortaya çıkacağı umuduyla tarihsel gerçeklerin toplanması ve kataloglanmasıyla sınırlı değildir. Bu yaklaşım, devamlılık arz eden tarihsel bir model arayışını, bu modelleri açıklayan kurumların yapılandırılmasını ve teknolojik, kurumsal ve siyasi koşullardaki değişiklikler de göz önüne katılarak bu kurumların güncel sorunlara uygulanmasını içerir…”

Özetle bugün var olan ama yarın var olmayacak kurumları tahmin etmek kadar, bugün var olmayan ama yarın var olacak kurumları da tahmin etmek önemlidir. Buradan hareketle, IMF ve uluslararası kuruluşlarının 5 yılı aşan süreler için hazırladıkları öngörü raporlarına mesafeyle yaklaşıyorum desem yanlış olmaz. Ancak, Türkiye için oluşmuş algıdan da haberdar olmak önemli tabii.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara