Gemiyi Karadan Yürütmek…

Geçen Hafta S&P Kredi notumuzu düşürdü. Tekrar düşürdü demem daha doğru. Ortada ciddi bir sorun var aslında. Hükümetin ısrar ettiği ekonomik modeli yurt dışındaki kurumlar ekonomi yönetiminin yorumladığı gibi yorumlamıyor.

Geçenlerde Maliye ve Hazine Bakanımızın bir açıklaması oldu. Açıklamadaki karışık ifadelere dikkatle baktıktan sonra sosyal medyadan “ne demek istedi ?” diye soranlara şu cevabı verdim.

“..Sayın Bakan, Liberalizmin özünden kopmuş olan neoliberal önermeleri kabul etmiyor, bu akıma ait enstrümanların işe yaramadığını düşünerek farklı bir yola girdiklerini anlatmaya çalışıyor. Ancak yeni yolu heterodoks olarak adlandırmak acelecilik olur. Ortodoks olmayan diyelim. Hatta ekonomide sebep-sonuç ilişkileri birbirine karıştığı için, konuşmasında bahsettiği yeni yaklaşımların Neoliberal reçetelerden daha doğru şekilde çözüm üreteceğini söylemeye çalışıyor.Herhalde bunu demek istiyor..”

Her ne kadar ben söylemleri aklı başında bir tercüme ile sunmaya çalışsam da toplum nezdindeki karşılığını cevaplardan anlamış oldum. İşin gerçeği şu ki 2013 yılında ulaştığımız “yatırım yapılabilir ülke” seviyesinden bazı kurumlar için 5 bazı kurumlar için 6 basamak aşağıdayız artık. Hatta Türkiye’de “kabus yıllar” olarak adlandırılan 1994-1998’deki kredi notu seviyelerine indik.

Böylelikle Kenya, Togo, Moğolistan, Mısır, Kosta Rika ve Uganda ile aynı kredi notuna sahip olmuş durumdayız. İlk bakışta haksızlık gibi gözüken bu durumun şöyle bir tercümesi yapılabilir: Güzel bir gemi inşa edince güvenilir duruma geldik ama gemiyi karadan götürmeye kalkınca itibar zedelendi. Tarihimizde Fatih Sultan Mehmet’in de gemileri karadan yürüttüğünü biliyoruz ama söz konusu gemiler denize indiklerinde sapasağlam durumdaydılar. Yani yöneticiler gemilerin denizde yüzmesi için tasarlandığını kabul etmişlerdi. Ona göre davranmışlardı. Biz içinden geçtiğimiz fırtınayı bahane edip “gemiler karadan da gider” gibi bir tezle yola devam etmeye çalışıyoruz. Sonuç ve yan etkileri ortada.

Örneği daha da ileri götütürsek: Açık denizde zor durumda olanları işaret ederek karada ilerlemeye çalışan geminin içindekilere “bakın onlar ne durumda siz rahatsınız” diyoruz. Ancak gemi ilerlemiyor. Geminin içindeki insanlar mecburen asli işlerini yapıyorlar ama, bu dinamizm anlamına gelmiyorlar. Aşçılar, kamarotlar, makinistler, diğer görevliler ve yolcular kendi hayatlarına öyle ya da böyle devam ederken depodakileri tüketmeye devam ediyoruz. Dalgalı denizin tehlikelerinden uzak gibi gözüküyoruz ama gemi ilerlemiyor. Fırtınalı denizle boğuşan gemiler yola devam ediyorlar. Biz onların gitmek istedikleri istikamete karadan gitmeye çalışıyoruz.

“Geminin Fonksiyonu Suda Yüzmektir..”

Bu örneğin içini daha da çeşitli hale getirebilirim. Döviz rezervlerini, emisyon gücünü alabildiğine kullanmayı, resmi gazetede her sabah değişen kuralları, adalet, özgürlükler ve eğitimdeki sıkıntıları, siyasi ortamı, diğer ülkelerle ilişkilerimizi, bağımlı olduğumuz enerjiyi ve elbette göç-sığınmacı durumunu değişik örnekler ile çarpıcı hale getirebilirim. Maalesef, dışardan bakınca küresel ve ulusal gerçeklerle uyguladığımız reçeteler arasında ciddi bir makas olduğu düşünülüyor.

Bu ay hem yurt dışında hem de yurt içinde temaslarım olacak. Türkiye’de çoğunluk “ne olacak bu ekonominin hali” diye sorarken, yabancılar “ne olacak Türkiye’nin hali” diyor soruyor. Bazen hangi tarafın daha aklı başında yaklaştığını konusunda tenakuza düşüyorum. “Cumhuriyetin temel prensipleriyle kurulmuş Türkiye’ye bir şey olmaz, ekonomi zamanla düzelir” diye inanmışız bir kere. Ancak Türkiye’de ekonominin düzgün gittiği süre az olmuş, yabancılar da bugün Cumhuriyetimizin temel ilkelerini görmekte zorluk çekiyorlar.

Sonuç olarak, dünyanın düzeninin değiştiği kabul etmekle beraber evrenin yasalarının değişmediğini bilmekte fayda var. Türkiye’nin savaş uçağını yaparken aerodinami kurallarını kabul ediyor ama ekonomik model tasarlarken iktisadın temel ilkelerini kabul etmiyorsak, dışardan bakanın bu durumu riskli bulması doğal.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara