Her şey ekonomi değil…

Böyle derdi rahmetli Erdoğan Alkin Hoca. Hatta bu isimle bir program da yaptık uzun süre. Vefatından sonra bir de kitap çıkardık Yalın Alpay ile aynı isimle. Açıkçası ülkelerin her saldırgan tutumunun arkasında ekonomi olduğuna inananlardan değilim. Meselenin değişik motivasyonları olduğuna inanıyorum.

Maalesef, Rusya-Ukrayna arasındaki gerginliğin de sürekli ekonomik tarafı konuşulduğu için, meselenin politik yan etkileri hakkında yapılan yorumlar gölgede kalıyor diyebilirim.
Rusya’nın işgal hareketinin ABD’nin başını çektiği batı yayılmacılığına tepki olarak gerçekleştiğini iddia edenler bir tarafta, Putin’in uzatmaları oynadığını iddia ederek “akıl almaz” bir işe kalkıştığını söyleyenler diğer tarafta. Hangi fikir doğru olursa olsun, Ukrayna’nın işgali Amerikan hegemonyasının geri dönüşü anlamına geliyor. ABD’deki yeni muhafazakarlar ile demokratların ortak görüşü “Amerika artık gücünü kullanmayı öğrenmeli” şeklinde oluşuyor. Yani “en uzak noktalarda bile dengeyi sağlayan güç” sıfatına geri dönmesi için Beyaz Saray’a ciddi bir baskı var diyebilirim. Hatta panik var diyebilirim, çünkü ABD ara seçimlerinde Trump yanlısı adayların öne çıkmaya başladığı gözleniyor. Eğer ara seçimde tekrar Trump taraftarları baskın çıkarsa, ABD’nin sınır ötesi varlığı daha çok tartışılacak. Ancak, ABD’nin sınır ötesi askeri varlık sebebi uzun bir zamandır tartışılıyor desem yanlış olmaz.

SSCB’nin dağılmasından sonraki tek kutuplu dünyaya hazırlıksız yakalandığı belli olan Amerikalıların geride bıraktığımız 30 yılda önce Arapları, sonra Japonları, sonra tekrar Arapları ve nihayetinde Çinliler ile Rusları düşman ilan edip bu boşluğu doldurmak istediklerine şahit olduk. Sürekli “harbe hazır dinamik güç” kalabilmek için birçok kez çizgiyi aşan işlere de imza attılar. Zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetleriyle sürtüşmeyi bile uygun gördüler. Bugüne kadar NATO’nun doğuya doğru genişlemesi ile ilgili fazla bir çaba içinde olmadıkları da malum. Hatta Ukrayna’nın bağımsızlık hareketine karşı duyarsız kaldıklarını da hatırlamak gerekiyor. SSCB ve Rusya, ABD hastalandığı zaman ayağa kaldıracak bir aşı gibi kenarda tutuldu desem yanlış olmaz. Yani “baygın virüs” şeklinde tutulması uygun görüldü.

“Putin Rusları Haksız Konuma Getirdi..”

Tüm bunlar ABD’nin iç siyasette sıkıştığı zaman lazım olacak “kendi sikletine uygun düşman arayışının” bir yansıması olarak değerlendirilmeli diye düşünüyorum. Ancak Trump ile beraber Amerikan varlığının dünyada azalması, tıpkı Sovyetlerin dağılmasından sonra oluşan boşluk gibi, başkaları tarafından doldurulması sonucunu yarattı. Trump’ın NATO’yu tartışması, Putin’e destek vermesi, AB’nin ayrışmasını desteklemesi “boşluk doldurma” işlemini hızlandırdı desem yanlış olmaz. Pandemi ile oluşan ekonomik zorluklar, emtia gücünü elinde bulunduran ülkelerin cüretlenmesi sonucunu yarattı. Ancak bu avantaja fazla anlam yüklemiş olabilirler.

Tarihe dönüp baktığımızda Rus topraklarının Fransa ve Almanya tarafından birkaç defa işgal edilmiş olduğunu görüyoruz. Ancak bu tarihçenin yarattığı kalp kırıklığı ya da endişeyle “onlar yapmadan bu sefer ben yapayım” diyerek bir serüvene kalkışmak 21. Yüzyıl değerleriyle uyuşmuyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin buradan hareketle 1920’lerin intikamını almaya kalkışması gibi bir durum olur ki, en azından bizim tarafta böyle bir motivasyon yok. İşgal etmeye kalkıp yenilenlerin var mı bilemem. Artık Avrupa Birliği, medeniyet, insanlık, özgürlük, uzay seyahati vs. konuşurken ortaya çıkan savaş durumu geçmişten kaynaklanan paranoyaları uyandırmaz inşallah.

Aslına bakılırsa Putin “bir ülkenin diğer ülkeyi işgal etmesi” işini ikinci dünya savaşından beri ilk defa bu çapta uygulayan kişi oldu. İsrail’in adım adım etrafını işgal etmesi bir başka tarz olarak aklımızda ama Ruslar kendi karakterlerine uygun şekilde gösterişli bir şekilde ortaya çıktılar. Şu ana kadar yaptıkları Uluslararası Ceza Mahkemelerinde “savaş suçlusu” olarak yargılanmalarını sağlayacak kadar da vahşi oldu.

Bundan sonra işgalin nereye doğru evrileceği ve buna ABD ile Batının nasıl cevap vereceği geleceğin nasıl olacağını da bize gösterecek. Yunanistan Başbakanının ABD kongresindeki provokatif konuşmaları ve ayakta alkışlanması, Türkiye’nin NATO’ya yeni üyelerin alınmasına karşı gösterdiği haklı tepkiyle cevap buldu. “Beni hesaba katmadan veya beni tehdit ederek bir yere varabilmeniz mümkün değil” diyen Türkiye, yakında geri dönecek olan Amerikan Hegemonyasına hassas ayar yaptı diyebilirim.

Belki de Putin’in pervasızlığı sayesinde Türkiye’nin bölgedeki önemi tekrar hatırlanır diye umut ediyorum. Eğer bugüne kadar AB ve ABD ile Türkiye İlişkileri güçlenmiş olsaydı, Rusların bu derecede bir zalimliğe imza atması mümkün olmayabilirdi. Türkiye’nin Batı müttefikliğinden, “iki kutup arasındaki denge noktası” haline dönüşmesi kendi kendine oluşmuş bir durum değil.

Türkiye’nin dış politikasına “fazla dalgalı” diye eleştiri getirenler için yukarıda anlattıklarım bir cevap olmuştur diye düşünüyorum. Şu ana kadar yapılan manevraların ekonomik kazanç anlamında hiç bir ülkenin vatandaşına olumlu bir yansıması olmadığı için de, atılan her diplomatik adımın ekonomik bir karşılığı olmadığını teyit etmiş oluyoruz. Fırsattan istifade cebini dolduranlar var. O başka mesele tabii.

 

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara