İspanyol gribinden COVID-19’a…

Pandemide şu an için ikinci dalganın en sert sürecine geçiyoruz gibi gözüküyor. Bundan 100 yıl önce tecrübe edilen İspanyol Gribinde de ilk dalga daha mutedil, ikinci dalga oldukça sert ve üçüncü dalga da birincinin altında bir seviyede yaşanmış. Paris, Berlin, Londra ve New York’ta tutulan kayıtlar hem vaka sayıları hem de ölü sayıları açısından bize fikir veriyor diyebilirim.

Ancak o sırada Birinci Dünya Savaşı yaşandığı için hasta verisi çoğunlukla sansürlenmiş. Sadece İspanyol gazetelerinde bu hastalıkla ilgili haberler yazıldığı için “İspanyol Gribi” adını almış. Aşısı bulunamamış ve giderek azalarak ortadan kaybolmuş. İstanbul’da 10 bin civarında kişinin İspanyol Gribinden öldüğü kayıtlarda var. Ancak bazı ölüm vakalarının gerçek sebeplerini bugün bile ayırt etmekte zorluk çektiğimize göre, o zaman da sıkıntı yaşanmış desem yanlış olmaz.

Salgının başladığı yer ABD. Hatırlarsanız mart ayındaki bir makalemde bir kışlada başladığının altını çizmiştim. Bir anda yüzlerce askerin ölmesiyle ortaya çıkan, çaresi bulunamayan, sonra Avrupa’ya da yayılan bu hastalığa Mustafa Kemal Paşa’nın da yakalandığı, hatta yakalandıktan 1 yıl sonra bile 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarken bundan muzdarip olduğunun Bandırma Vapuru’nun seyir defterinde bahsedildiği iddia ediliyor. Bundan başka ünlü sanatçı Fikret Mualla’nın bu hastalığı annesi ve anneannesine geçirip ölümüne sebep olması nedeniyle ömür boyu kendini affetmediğini Yalın Alpay ile beraber yazdığımız “Mualla’nın sanatı” kitabında belirtmiştik.

Tabii savaş dönemi olduğu için ekonomik tahribat tam olarak hesap edilemiyor. Ancak 1921’den sonra Avrupa’da baş gösteren ekonomik krizler, işsizlik ve meşhur Alman Enflasyonunun sebepleri arasına girebilir. Hatta Marx’ın ısrarla “bu sistem böyle yürümez” diyerek geleceğini haber verdiği 1857 Finansal Krizi gibi irili ufaklı krizlerin içinden geçen ABD’de, 1929 yılında başlayan dünyanın gelmiş geçmiş en büyük krizini hazırlamış da olabilir.

“Değişime liderlik etmek lazım…”

Tüm bu bilgiler ışığında şu anki pandeminin yarattığı tahribatı ve bizlere nasıl bir gelecek hazırladığını şimdiden tespit etmek zor. Ancak bizi ciddi bir borç krizinin beklediği kesin. İşsizlik ikinci büyük derdimiz olacak, bundan başka aşının lehinde ve aleyhinde olan grupların mücadelesine şahit olacağız. Teknoloji devleriyle ecza devleri birleşmeseler de, dijital devlerin sahibi olanların sağlık ve sağlık güvenliğine milyarlarca dolar yatırdıklarını göreceğiz.

Bu gelişmeler bir taraftan devam ederken diğer tarafta yepyeni bölgesel işbirlikleri oluşacak. Gücü giderek zayıflayan AB ve ABD’nin yeni hamleler yapması beklenmeli, ancak Çin’in bu hamleleri önceden tahmin edip karşı hamleler hazırlayacağını tahmin etmek zor değil.

Bu arada Rusya’nın “Putin’den sonra” diyeceğimiz bir planı olmadığı da endişelerimin arasında yer alıyor. Putin’den sonra koltukta çok fazla duramayan zayıf liderler sebebiyle Rusya kontrolden çıkabilir ve silah gücü ordudaki bazı fraksiyonların eline geçebilir. Aslında NATO’nun en büyük endişesinin Putin’in Rusyası değil Putin’den sonraki Rusya olduğu net şekilde görünüyor. Küresel ölçekte bir çatışmanın başlaması için birinin düğmeye basması yeterli olacak. Orta Doğu’dan Latin Amerika’ya kadar her ülkede sabrı herhangi bir sebepten taşmış yeterince insan yaşıyor diyebilirim.

Yani bizleri, ekonomik krizler ve siyasal bunalımların yaşanacak bir süreç bekliyor. Biden’ın ve AB Liderlerinin böyle bir geleceği değiştirmek adına neler yapabileceğini şimdiden söylemek zor. Ancak tecrübeli olan ülkelerin nahoş yaşanmışlıkları geride bırakıp, barışa yardımcı olacak şekilde liderlik yapması gerekiyor. Bu ülkelerin başında da Türkiye geliyor.

David Passig’in “2050” kitabında belirttiği gibi Türkiye’nin kendisine düşen sorumluluğun farkında olması gerekiyor.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara