Kredi notunun kırılması ne anlama geliyor?…

Türkiye’de artık en zor şey doğruyu konuşmak. Ne söylerseniz söyleyin fark etmiyor. Komplo teorisi ile beslenenler gerçeklerden hiç hoşlanmıyor.

Biliyorsunuz, Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s Türkiye’nin kredi notunu, B1’den B2’ye indirdi ve not görünümünü mali ölçümlerin beklenenden daha hızlı kötüleşebileceğini kaydederek “negatif”te bıraktı. Bu demektir ki, bundan sonraki değerlendirmede notu tekrar indirebilir. Bu bir gerçek.

Hali hazırda “aşırı spekülatif” tanımlamasına düşmüş olan Türkiye’nin kredi notu bir kere daha kırılırsa, spekülatif değerlendirmenin en dibine düşecek. Bu da ikinci gerçek. Bundan sonrası “aşırı riskli” kategori oluyor. Dilerim bu hale gelmez işler.

Moody’s şöyle bir açıklama yapmış: “Türkiye’nin dış kırılganlıkları muhtemelen artan bir şekilde ödemeler dengesi kriziyle sonuçlanacak. Türkiye’nin kredi profiline yönelik risklerin artması ile birlikte, ülkenin kurumları bu zorlukları etkin bir şekilde çözmekte isteksiz ya da çözemiyor görünüyor”.

Bana göre son cümle oldukça ağır bir suçlama içeriyor. Doğrudan doğruya ekonomi yönetiminin ortaya çıkan problemleri “çözmediği” ya da “çözemediği” iddia ediliyor. Bu değerlendirme bana şunu gösterdi: Kredi Derecelendirme kuruluşları diplomasi ve siyasetin gölgesinde karar veriyor. Kimse kusura bakmasın bu da üçüncü gerçek.

Moody’s analistlerinin “malumun ilamı” anlamına gelen açıklamalar yaptığını da görüyorum: “Altın hariç brüt rezervleri bu yıl % 40’tan fazla eridi, ayrıca jeopolitik riskler de artıyor”. Bunlar kimsenin bilmediği konular değil. Ancak, ne IMF ne OECD ne de derecelendirme kuruluşlarının elle tutulur bir reçete ortaya koymadan sadece “piyasa ekonomisi ve yüksek faiz” önermeleri de güvensizliği artırıyor. Çünkü bu ifadeler muğlak ifadeler. Açıkçası bu kurumların elinde hiçbir tutarlı reçete yok. Aynı şeyleri ezberden söylüyorlar. Bu da dördüncü gerçek.

Ancak sonuç değişmiyor. Bir ülkeye yatırım yapacak olanlar bu kurumların değerlendirmelerine dikkat ediyorlar. Bu da beşinci gerçek.

Dolayısıyla “yok hükmünde” saymak yerine, bu kurumlarla diyaloğu güçlendirmek gerekiyor. Türkiye’nin menfaatlerini korumak adına birçok cephede mücadele ederken, fazladan cephe açmamak için mutlaka karar alıcıların dikkat ettiği ekonomik kurumlarla diyaloğu güçlü tutmalıyız.

Moody’s kararından sonra, diğer kuruluşlardan da not kırma açıklamaları gelebilir. Buna hazırlıklı olmalıyız. Diğer iki kurumun şu ana kadar not kırmada Moody’s gibi hızlı gitmedikleri gözüküyor. Ancak işler her an değişebilir.

“Ana strateji fikir insanlarına anlatılmalı…”

Anlaşılan şu ki ABD başkanlık seçimleri tamamlanıncaya kadar, önümüzde zorlu bir süreç var. Trump iç politikayla meşgul durumda. Türkiye’nin Doğu Akdeniz, Libya ve Suriye’deki mücadelesi devam ederken ülke menfaatleri gereği bu konularda müzakereye kapalı olması doğal. Ancak bir yeri müzakereye kaparken, diğer tarafta müzakereye açık olmak gerekiyor.

Ekonomik, sosyal, hukuki, bilimsel, sportif, sanatsal ve kültürel konuları mümkün mertebe diyaloğa açık hale getirmek lazım. Siyaset hiçbir zaman kusursuz tasarımlar üretemez. Ancak siyasetin yan etkilerini, paragrafın başında bahsettiğim unsurlar nötralize edebilir. Diplomaside sertleşirken, sanat-bilim-spor gibi unsurları kullanarak diyalog kapısı açmak her zaman mümkün.

İşte bu sebeplerden dolayı “soft power” yani yumuşak güç anlamına gelen bu unsurların gelişmesi için özgürlük alanı yaratmanın gereğine inanıyorum. Ayrıca hükümetin de fikir insanlarıyla diyaloğu seçtiği kişilerle değil, geniş tabanlı şekilde yapmasının önemini de hatırlatıyorum.

Eğer ana stratejinin ne olduğu fikir insanlarına anlatılırsa, kalibrasyonu uygun şekilde yapılarak daha güçlü hale gelecektir. Böylece yekpare bir duruş sergilemek mümkün olacaktır.

Ben kendi adıma böyle bir iç iletişim stratejisini Türkiye’nin başlatması gerektiğine inanıyorum. Ankara’nın bu işi layıkıyla yapacak yöneticisi de var, enstrümanları da.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara