Kur-Enflasyon-Faiz Nerede Dengelenecek ?..

Faizi yükseltmek, aşırı ısınan ya da ısınma ihtimali olan bir ekonomiyi soğutmak, tüketim değil tasarrufa eğilim gösterilmesini sağlamak ve yatırımların cazibesini düşürmek için yapılır. Elbette Türkiye gibi döviz kuru-enflasyon geçişkenliği yaşanan ülkelerde ulusal paranın değer kaybını önlemek için de kullanılır. Bazen “nasıl olsa düşürmek zorunda kalacağım, fırsat varken yükselteyim” diyen de oluyor.

Faiz düşürmek ise soğuyan ya da soğuma ihtimali olan bir ekonomiyi canlandırmak, tasarruftan tüketime ve yatırıma teşvik etmek için yapılır. Yine bize benzeyen ülkelerde kur yükselişinden kaynaklanan tehlikeler azalmış yada geride kalmışsa, normale dönmek için uygulanabilir. Bazen de “nasıl olsa yükseltmek zorunda kalacağım, fırsat varken düşüreyim” diyen oluyor. Her iki durumda para otoritesinin “fırsat” olarak gördüğü durumu doğru şekilde analiz etmesi gerekir.

Tabii ki Merkez Bankaları şartlara göre politika faizlerini para piyasasına ya da ekonomiye hassas ayar yapmak için de dinamik şekilde kullanabilir. Buraya kadar anlattıklarım Merkez Bankacılığının yüzyıla dayanan piyasa uygulamalarından derlenmiş ya da yerleşmiş yaklaşımlarıdır. “Ortodoks Politikalar” deyip yaftalama yapmak doğru değil. Çünkü bu çerçeveden çıkarak yapılan uygulamalara hemen “heterodoks” ismi konuyor. Olsa olsa “ortodoks olmayan” denebilir.

“Zaten Kendiliğinden Sakinleşecek Ama..”

Bu tartışmayı başka bir yazıda yapmanın daha doğru olacağını düşünerek, ana meseleye geri dönüyorum: “Faiz düşünce cari fazla vereceğiz, enflasyon da düşecek” şeklinde ortaya atılan ama gerçek hayattaki testten geçer not alamamış varsayımı bir kenara bırakırsak, “Merkez Bankasının faiz düşürmesinin kredi faizleri üzerinde etkisi” en önemli mesele gibi gözüküyor. Yazının başında belirttiğim gibi, ekonomiyi canlandırmak ya da canlı tutmak için tüketim ile yatırımı cesaretlendirecek bir faiz oranı gerekiyor. Ancak, politika faizi düşse de Para Piyasasını Yöneten Otoriteler kredi vermenin önünde engeller yarattıkları gibi, eldeki kaynağın eşitlikçi dağılımına engel kararlar alıyorlar. Dolayısıyla faiz düşürmenin anlam ve amaç açısından bağlamından uzaklaştığı söylenebilir. Çünkü politika faizi düşünce kredi faizleri arzu edilen seviyeye düşmediği gibi, cari açık ve enflasyonla alakalı bir iyileşme yaratmıyor.

Dalgalanan emtia, gıda ve enerji fiyatlarının sonunda sakinleşeceği açık. Enflasyon da baz etkisi sebebiyle gerileyecek. Ancak bu gelişmeleri uygulanan para politikasının sonucu olarak lanse etmek ne kadar gerçekçidir, takdirlerinize sunuyorum. Merkez Bankası uygulamaları kredi faizlerinin düşmesini engelleyen ya da tam tersine yükselten sonuçlar yaratıyorsa, o zaman riskler doğru tahlil edilmemiş demektir. Bazı durumlarda politika faizlerini yükseltmek, bazı durumlarda ise piyasa kurallarına aykırı kararlar almak kaynak maliyetlerini artırır. Aynı sektörde yer alan kurumların gelecek kaygısı duymaları, birbirlerinden farklı fiyatlama yapmalarına yol açar ki, hiçbir ekonomi politikası bunu hedeflemez.

Sonuç olarak, faiz kararlarının hedefi ve yan etkileri konusunda hatırı sayılır tecrübeye sahip her uzman ve yatırımcı, birbirinden kopuk fiyatlamaların ekonomiye fayda vermediğini ve sonunda en maliyetli koşullarda dengenin sağlandığını bilir. Bu yolculuğun sonunda kur, enflasyon ve faiz bir yerde dengelenecek. Dengenin sağlandığı yer ise büyük ihtimalle hedeflenen seviye olmayacak.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara