Markalaşma serüvenine nasıl devam edelim?…

Tekstil Sektöründe kalite macerası bence dünya üzerinde yazılmış en önemli başarılardan biridir. Ancak aynı şeyi markalaşma için söylemem elbette mümkün değil.

Geriye dönüp baktığımızda Gümrük Birliği’ne itiraz edenlerin bugün Avrupa’ya en çok mal satan gruplar olduğunu görüyoruz. Demek ki üreticiyi kalite yolculuğunda değiştiren, müşteri oluyor. Yani müşterinin kalite talebi üretimin seviyesini de belirliyor. Dolayısıyla bugün bize bazı açılardan dar gelen Gümrük Birliği gömleği, 1990’larda Türk Sanayi için bir gereklilik idi diyebilirim.

Ancak kalite konusunda bugün sıkıntı yaşamayan tekstil sektörünün fiyat konusunda sürekli şikayetçi olduğunu görüyoruz. Bunun sebebi kalite-fiyat rekabetinden teknoloji ve bilgi rekabetine bir türlü geçememiş olması. Mesela otomotiv sanayi, tekstile göre daha teknolojik bir yarışın içinde olduğu için, müşterinin talebinin iki adım önünde koşturan bir sektör olarak bugün yeni döneme nispeten daha hızlı adapte oluyor diyebilirim.

Yıllar önce İngiliz, Fransız ya da İtalyanca isim koyarak markalaştığını düşünenlere “nesnelerin interneti” dediğimiz zamanlarda burun kıvıran, “bunun bizimle ne alakası var” diyenlerin aksine, bazı tasarımcılar aynen otomotivde olduğu gibi connected-updated-automated-recyclable tekstil ürünleri ortaya koymaya başlamışlardı bile. Maalesef, geleceğin gerçeklerini göremeyen çoktu. Bu cesur insanlara destek veren de pek yoktu.

Açıkçası, bir yanda sıfır karbon salınımı mecburiyeti diğer yanda döngüsel ekonominin giderek yükselmesi, “kullan at” tarzındaki ürünlere olan talebin azalacağı gerçeği bizi artık farklı bir yere götürüyor. Ortama ya da isteğe bağlı renk değiştirebilen, uzaktan update edilebilen, başka nesnelere bağlanabilen, sağlık durumunu ölçebilen, şekil değiştirebilen tasarımlar tekstilin geleceği olacak.

Bu arada şu gerçeği de görelim: Nasıl ki otomobil üretmek için artık otomotiv markalarına değil teknoloji markalarına ihtiyaç var ise, dünyanın dev tekstil markaları ve giyim markaları eğer kendilerini değiştirmezlerse, onlar da teknoloji markalarına yenilecekler. Dolayısıyla ya onlarla işbirliği yapacaklar ya da kendileri de bir teknoloji şirketi haline gelecekler.

“Hem avantajımız var, hem dezavantajımız…”

Burada Türk tekstilinin hem bir avantajı hem de bir dezavantajı var. Teknoloji çağında nasıl ki talep edenlerin ihtiyaç ve ihtirasları değişiyorsa, şirketler de buna göre şekil değiştirmek mecburiyetindeler.

Avantajımız şu: Türk iş insanları ihtiyaç durumunda hemen şekil değiştirebiliyor ve çok hızlı bir tasarım ortaya koyabiliyorlar. Ancak markalaşma artık bildiğimiz markalaşma olmayacağı için oldukça güçlü bir dijital omurga ve alt yapı üzerinde yükseliyor olması lazım. Bu da dezavantajımız.

Türkiye’de maalesef internet altyapısı oldukça kötü. Yani ürettiklerimize uzaktan erişerek hatasını düzeltmek veya update etmek, %99.99 kesintisizlik ile otomasyon süreçlerini yönetmek, akıllı cihazlarda sattığımız ürünlerin renk ve tasarımını talebe göre değiştirecek alt yapıyı oluşturmak kolay değil. Çünkü bugüne kadar siyasetten hep fiyat rekabetinde olmaktan dolayı konvansiyonel taleplerde bulunuldu. İşçi desteği denildi ama eğitim desteği denmedi, makine desteği dendi ama teknoloji değişim denmedi, kredi istendi ama kesintisiz çalışan bir dijital altyapı denmedi. Dolayısıyla böyle talepler gelmeyince milyarlarca dolar farklı yatırımlara, taşa toprağa ve betona gitti.

Şimdi 2021 yılının tam ortasında en baştan bir çağrı yapmak lazım: Artık siyasetten talep edilenler çağın gerisinde kalan, ölçek ve işletme sermayesi eksikliğinden dolayı panik içinde istenenler olmamalı. Genişbantta ilk 10’da olmak istediğimizi, full otomasyona geçmek istediğimizi, yüksek seviyede eğitim istediğimizi söylemeliyiz. Ayrıca, firmalar gerçekten Ar-Ge projesi yapmalı, sabırlı olmalı, şirketleri hiyerarşi ile değil network gibi yönetmeli, gençleri dinlemeli. Firma sahipleri de kendi çocuklarını gönderecekleri kadar güçlü meslek liseleri ortaya koymalı, hem kendilerini hem firmalarını değiştirmeli.

Ayrıca hammadde aramalı ve yatırım malı üretenlere, tasarlanan nihai mala uygun şekilde çalışmalarını söylenmeli. Aksi takdirde onlardan hiçbir şey satın alınmamalı. Bu hedefe uygun üretenlerden mal satın alınmalı.

Biliyorum sektörden pek az firma bunu yapacak, ancak yanlışın neresinden dönersek kardır diye düşünüyorum.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara