Nüfus ve adaletsizlik üzerine…

Birleşmiş Milletler rakamları gösteriyor ki, şehirde yaşayanlar ile kırsal alanda yaşayan nüfus 2005 yılında eşitlenmiş ve şu an kent nüfusunda doludizgin bir yükseliş var. 2050 yılında kent nüfusu “7 milyara ulaşacak” şeklinde öngörülürken, kırsal alandaki nüfusun sadece 2 milyar olması bekleniyor.

Bir başka istatistik gösteriyor ki, 65 yaş üstü nüfus ile 5 yaşın altındaki nüfus 2022 yılında eşitleniyor. Sonra da 65 yaş üstü nüfusun tartışmasız üstünlüğü başlıyor. Yine 2050 yılına geldiğimizde 5 yaşın altındaki nüfus 1950’lerdeki toplam nüfustaki %15’lik seviyesinden %8’e düşeceği öngörülürken, 65 yaş üstü nüfusun aynı dönemde % 5’ten % 18’e çıkacağı düşünülüyor. Bu aynı zamanda hayatın kendi akışında büyük değişimler anlamına da geliyor. Ömür uzuyor, nüfus artış hızı azalıyor. En azından ortalama olarak nüfus artış hızı azalıyor.

Diğer taraftan, özellikle Nijerya ve alt sahra ülkelerinin 2050’ye doğru nüfus olarak ilk 10 sırada olacağını, Çin ve Hindistan’ın aslan payını alacağını söyleyebiliyoruz. Demek ki, nüfus bir yandan yaşlanıp diğer yandan kentlere doğru gelişirken, gelir seviyesi düşük kesimin nüfustan en büyük payı alacağı söylenebilir. Bu durumda gelir dağılımı, hayat pahalılığı, çevre kirlenmesi, hijyen ve virüsler gibi konuların nasıl gelişeceğini tahmin etmek zor olmayacak.

Elimizdeki bir başka istatistik ise 2008 krizinden beri dünyada oluşan katma değerin paylaşımında da adaletsizlik olduğunu gösteriyor. Gelir katmanlarının en üst seviyesindeki % 1’lik kesim ile alt seviyedeki %50’lik kesim arasındaki fark 10 trilyon Dolara yükselmiş. Hatta pandemi ile beraber bu farkın daha da açıldığı gözüküyor. Bu da gösteriyor ki dijitallik, sağlık ve buna benzer “olmazsa olmaz” ürünlerin tekelini elinde tutanlar ile kalabalık ama düşük gelir seviyesindekiler arasındaki fark acımasız şekilde artmaya devam edecek.

Anlaşılıyor ki, Batı ülkelerinin halkları ne kadar yanlış bulurlarsa bulsunlar, hükümetleri bu ciddi farktan doğacak kalkışmaları, Taliban gibi rejimlere hükümranlık hakkı tanıyarak önlemeye çalışıyorlar. Baskıcı rejimlerde fakirliğe ve adaletsizliğe isyan hemen bastırılıyor. Demek ki, çözülmesi zor gözüken bir problemi “herkesin sorunu” haline getirmek ve gerginlik yaratarak kamuoyunu meşgul etmek Batı’nın yeni standardı olacak.

Bu gelişmenin farkında olmak ve dünyanın tüm yükünü omuzlamanın sonuçlarını iyi hesaplamak için, gelişmeleri çok yakından takip etmek gerektiğine inanıyorum.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara