Prof. Dr. Emre Alkin “Sadece üreterek olmaz; markalaşmak, tasarlamak gerek” – Kobi Aktüel Dergisi

Ekonomi bahsinde sözü özenle dinlenen isim İstanbul Kemerburgaz Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Emre Alkin ile paranın seyrini ve hangi adımların atılması gerektiğini konuştuk…

Ekonomide yaşanan dalgalanmanın sebebi nedir? Piyasaların sakinleşmesi için hangi adımlar atılmalı?

Öncelikle; Merkez Bankası enstrüman üzerine enstrüman icat ederken, Dolar/TL de üstte 3.80, aşağıda da 3.75 olarak tarif edebileceğimiz bant içinde dalgalanmaya devam ederken, atılan adımlarla ne yapmak istendiğine bakalım.

Bir önceki adımında “artık ucuza para yok” diyerek fonlama mekanizmasında katılaşan TCMB, takip eden adımlarla da şunu demek istedi: “Gerekirse bilanço karından feragat edip hem fonlanmayı hem riskleri yönetebilirim”.

Tüm bu adımlar gösteriyor ki, TCMB önümüzdeki günlerde radikal bir faiz artışı yapmayacak ve her zaman bahsettiği “enstrüman zenginliğini” kullanarak bu zor günlerin üstesinden gelmeye çalışacak. Dolar/TL’nin yükselişini ülkenin en büyük meselesi gibi görenler için, radikal bir faiz artışı gerekiyor. Ben kendi adıma büyümenin en önemli risk olduğunun altını çizmek istiyorum. Eğer büyüme oranları % 2’nin altında kalırsa, bu durum Türkiye için “durgunluk” değil “daralma” anlamına gelir.

Dolar/TL ile ilgili sürekli olarak bazı seviyeleri “riskli” olarak tarif edip, müdahale ettikçe daha yüksek zirvelere doğru yola çıktığımızı artık görmemiz lazım. Şimdi 2.00 için, sonra 2.50 için, elbette 3.00 için ve nihayetinde 3.50 için yapılan yorumları bir hatırlayalım. “Olursa kötü olur” dediğimiz her seviyeyi geride bıraktık. Dolayısıyla 4.00’ı test edeceğimiz gün gibi aşikar. Fazla çırpınmadan sakince beklemek lazımdı bana göre.

Peki neden Dolar geride bıraktığımız 4-5 yılda sürekli TL’ye karşı değer kazandı? Çok basit 2007-2008 yılındaki güzel zamanları yönetmeyi bilemedik de ondan. Sürekli olarak “emek yoğun sektörlere destek vermeliyiz” diye diye, katma değeri, ihracatı, karlılığı ve nihayetinde ülkenin imajını düşürdük. Enflasyonu, işsizliği, faizleri ve vergileri yükselttik. Dışardan bakıldığında yatırım yapmak için cazibeli bir ülke olmadığımız net.

Ancak bu durum, basiretli bir kaç dokunuşla düzelebilir. Endüstri 4.0’ın hakkını vererek, ülkeyi dijital teknolojilere yakınlaştırırsak, işler bir anda değişebilir. Artık, siyasetin sadece belirli bir oy tabanına değil, seçmenlerin tamamına hitap etmesi gerekiyor. Türkiye sadece üreterek bir yere gidemez. Tasarlaması da gerekiyor. Markalaşması da.

“Faiz” hakkındaki genel tutumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Merkez Bankası’nın faiz artışı konusunda her cepheden baskı altına alınmış olması, kararın ne kadar önemli olduğunu da ortaya koyuyor. Ekonomi kurmaylarının faiz ile ilgili ikiye bölünmüş oldukları da gözlerden kaçmıyor. Bazıları faiz artışının karşısında şiddetle duruyor. Bazıları ise açıkça söyleyemeseler de kulislerde “faiz konusunda bu kadar katı olmamak lazım” diyor. Duyuyoruz.

Aslında sorulması gereken ilk soru şu: “Dövizin mi yoksa faizin mi yükselmesi Türkiye’yi zora sokar ?” Tabii hiç düşünmeden “döviz” diyeceksiniz. Ancak azıcık düşününce faizlerin yükselmesinin zaten kırılgan büyümeyi daha da kötü hale getirebileceği aklınıza gelecektir. Bakın daha ilk sorudan zorluk başladı.

İkinci soru şu: “Faizleri ne kadar yükseltirsek döviz kuru sakinleşir?”. Anonim cevap “2-3 puan”. Ben o kadar emin değilim. Faiz artışı ile kurları sakinleştirmek için biraz geç kaldık. Dün tecrübeli bir bankacı ile konuşurken “herhalde 5 puanlık bir faiz artışı yeterli olur” deyip güldük. Çünkü bu doğru olsa bile Merkez Bankası’nın bu derecede bir radikal adım atmasını beklemek hayalperestlik olur. Zorluk iyice arttı değil mi?

Son soru ise şu: “Referanduma giderken hükümet kurların yükselmesini mi, faizlerin yükselmesini mi tercih edecek?”. Aslında en doğru soruyu sormak lazım. “Dolar/TL 4.00’ı geçerse mi, yoksa faizler % 15’i bulursa mı, referandum sıkıntıya girebilir?”. Bütün iş burada kilitleniyor. Eğer İktidar Partisi, kurdaki yükselişlerin kendi oy tabanı için bir şey ifade etmediğini düşünürse, düşük faiz politikası için Merkez Bankası üzerinde baskı kuracaktır. Eğer tersini düşünüyorsa, faizler yükselecek ve ilerde büyüme ile ilgili bir sıkıntı olursa faturası Merkez Bankası’na kesilecektir.

Fark ettiniz mutlaka. Ne yaparsa yapsın Merkez Bankası kaybediyor. Olabilir. Bu tip görevlerin özelliği bu. Dolayısıyla, ne yapsa eleştirilecekse, en iyisi, doğrusu neyse onu yapsın. Bu seferlik faizleri 25-50 baz puan yükseltsin ve “bundan sonra faizler uzun bir süre yükselmeye devam edecek” desin. Böylece herkes kendini yeni duruma göre kalibre edecek zaman bulur. Elbette böyle yaparsa Dolar/TL düşmeyecek. İşin doğrusu iç-dış politikada rahatlama olmadan Dolar/TL’nin yükselişi durmayacak.

Altına gelecek olursak; yurtdışındaki ons fiyatının Dolar/TL ile çarpılması sonucu tespit edilen gram Altın’ın fiyatı, son 3-4 yılda neredeyse iki katına çıktı. Yurt dışında ise ons fiyatı dalgalandı ama kazandırmadı. Fark buradan kaynaklanıyor.

TL’nin gidişatını nasıl görüyorsunuz?

Dolar/TL 2013 yılında 1.77 seviyesindeydi. Tam 4 yıl sonra bu sabah 3.82-3.83 civarlarında. Demek ki, % 100 ‘ün üzerinde artış göstermiş. Diğer bir tarifle, Türkiye’nin ulusal parası değer olarak gerilemiş. Türk halkının küresel alım gücü düşmüş. “Satın alma gücü paritesine göre” diye başlayan cümleler beni hep güldürür bu yüzden. İşin aslı şu: Herhangi bir Avrupa ülkesine veya ABD’ye giden bir Türk Vatandaşı son 4 yılda aynı mal ve hizmeti satın almak için sürekli daha fazla TL ödemek zorunda kaldı.

Daha da ilginç bir durumu anlatayım: Geçen yıl Rusya veya Brezilya’ya gitmiş olan bir Türk Vatandaşı, bugün de gitmiş olsaydı, aynı mal ve hizmete yine daha fazla TL ödemek zorunda kalacaktı. Belki de gidenler vardır. Farkındadırlar.

İşin özeti şu. Avrupa, Amerika, Rusya, Brezilya hatta Çin’de yaşayanlara göre küresel satın alma gücü düşüyor. Zaten kur sebebiyle yükselen ithal mallarına bir de ilave gümrük vergisi koyan idarenin, durgunluk içinde enflasyon yarattığı ortada. Üretim için gerekli hammaddenin önemli bir kısmı ithal. Kurlar sebebiyle girdi maliyetleri de yükseliyor. Bu arada Maliye Bakanlığı da bütçeyi tutturmak için ÖTV oranlarını yükseltiyor. O da yetmiyor başka kesintiler koyuyor.

Aklımda şu soru var hep. “Acaba hangi küresel marka, bir ülkede yüksek ithalat vergileri var diye o ülkede yatırım yapmaya karar verir ?” Cevabınızı duyar gibiyim. Eğer bu markaların veya kuruluşların Türkiye’de çok ciddi bir pazarları yoksa veya toplam cirolarının önemli bir kısmını Türkiye’de gerçekleştirmiyorlarsa, parmaklarını bile kımıldatmayacaklardır.

Hiçbir küresel marka, on binlerce işçinin çalıştığı fabrikaları kapatıp, tedarik zinciri yönetimini bozarak, “haydi Türkiye’ye gidelim” demez. Sadece yıllar önce Türkiye’de yatırım yapmış olduğu için belirli bir ölçek tutturmuş olan firmalar büyümeye devam ederler.

Peki bunu yetkililer bilmiyor mu? Bilmemeleri mümkün değil. Demek ki, tercih farklı yönde. O zaman bu tercihin sonuçları konusunda hem onları hem de sizleri bilgilendirmemiz, üzerimize düşen bir vazifedir diye düşünüyorum.

Son olarak ABD’nin yeni başkanı Trump’ın ilk günlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Trump’ın yemin ederek göreve başlamasıyla beraber, ABD’de sokaklarda protesto gösterileri zirve yapmaya başladı. Bu gösterilerde kadınlar öne çıkıyor. Trump’ın her dediği ve her yaptığı medya tarafından sertçe eleştiriliyor. ABD’nin yeni başkanının bu eleştirilere sürekli cevap yetiştirdiği de gözlerden kaçmıyor.

Trump ve Netenyahu’nun telefon görüşmesinin hemen ardından, İran tarafının da uyarılarına şahit olduk. Orta Doğu’da tansiyonun düşmesi gerekirken, yeni gerginliklerin baş göstermesi büyük talihsizlik olur. Astana’daki Suriye Barış görüşmeleri de gündemin önemli maddeleri arasında olacak. ABD görüşmelere heyet göndermedi. İran, Rusya ve Türkiye’nin görüşmeleri yönlendirecek ülkeler olacağını söyleyebiliriz. Trump hızlı başladı. Önce ABD’nin Trans Pasifik Ticaret Anlaşmasından çekilme kararını imzaladı. Sonra da Orta Doğu’da yepyeni bir tartışma başlattı. Ardından; İsrail Büyükelçiliğini Kudüs’e taşınmasına karar verdiklerini açıkladı.

Attığı bu iki adım ile birlikte tansiyonu iyice yükseltti. Beyaz Saray’daki basın toplantısında, gazetecilerin ısrarlı sorularına kurmayların cevap vermekten kaçındığı gözlerden kaçmadı. “Büyükelçiliğin Kudüs’e taşınmasının ne gibi bir stratejik faydası var ?” sorusunun özellikle cevapsız bırakıldığına şahit oldum. Beyaz Saray Sözcüsü daha çok Trump ile ilgili medyada çıkan bazı haberlere cevap vermekle vakit geçirdi. Dünyanın her tarafından gelen gazeteciler ABD’nin ticaret savaşlarının başlatması üzerine sorular sordu. Cevaplar oldukça popüler tarzdaydı. Daha çok seçim meydanlarında sarf edilenlere benziyordu. Çin ve Tayvan ile ilgili sorular da soruldu. Tam olarak cevap verilmedi. “Madem Trans Pasifik Anlaşması kadük oldu, şimdi ne yapacaksınız ?” sorusuna da tam olarak cevap verilmedi. Anlaşılan şu ki, Trump attığı adımlarla ilgili doyurucu açıklamalar yapmadan yola devam edecek. Ne kadar detay verirse o kadar “tahmin edilebilir” olacağını düşünüyor olabilir. Demek ki, önce yapacak sonra tartıştıracak. Öyle gözüküyor.

 

 

https://kobiaktuel.com.tr/manset/prof-dr-emre-alkin.html

Ara