Sonuç değişmeyecekse dert etmemek lazım…

Geri sayım devam ediyor. Yılın son dört işlem haftasına oldukça sakin girdik diyebilirim. Dün piyasalarda dikkati çeken çok önemli bir gelişme olmadı. Hisse senedi piyasaları genelde yatay seyretti, kazançlar ve kayıplar göz ardı edilebilecek kadar küçüktü.

Yılbaşı tatiline şimdiden başlayanların sayısından çok iş dünyasının hangi seviyesinde olduğuna dikkat ediyorum. Kritik pozisyonlarda görev yapan veya şirketinde “karar verici” durumda olan birçok kişi Yılbaşı Gecesinin Pazara rastlaması sebebiyle şimdiden tatile çıkmışlar. İşlem hacimleri de bu gelişmenin paralelinde yüksek seyretmiyor.

2018 yılında herkesin korkulu rüyası olan Dolar/TL’nin ne kadar olacağı, enflasyonun tek haneye inip inmeyeceği, faizlerin daha ne kadar yükseleceği gibi endişeler 2 Ocak sabahına kadar ertelendi. Çünkü herkes biliyor ki endişe etmenin kimseye faydası yok. Sonucu değiştirecek gücünüz yoksa tasalanmak sadece vücut kimyanızı bozar.

Elbette, Türkiye’deki işletmelerin faaliyetlerini % 40 sermaye % 60’da borçla gerçekleştirmeleri sürekli olarak alternatif “acil durum” planları yapmalarını gerektiriyor. Birçok şirketin sürekli “yağmurlu günler” için yaptıkları planlar beni çocukluk yıllarıma götürüyor.

Annemin tedavisi için 1980’lerde Londra’dayken, ben de alternatif “yağmurlu gün” planları yapardım. Yaz ortasında bile yağmur yağdığı için, o zamanlarda Londra’nın kenar çizgilerinde olan Hastane’den annemi nasıl taksiye bindireceğimi düşünürdüm. Bu durumun beni baskı altına altığını söylememe gerek yok. Londra’da 1980’lerde yaşamış olanlar ne demek istediğimi gayet rahat anlayabilirler. Elbette bu durum bende “sürekli çözüm üretme” melekesi kazandırdı. Karakterimi şekillendirdi. Bunu yadsıyamam.

Benzer şekilde sürekli kafasında risk hesaplaması yapanların “çözüm üretme makinesi” haline döndüklerini ancak bu durumun dikey şekilde uzmanlaşmalarını engellediğini görüyorum. Yaptığı işte derinleşmek yerine, yarın işi elinden alınacakmış gibi savunma mekanizmaları üretenlerin inovasyon ve teknoloji olarak geri kaldıklarını çok net olarak gözlemliyorum. Cesur adımlar atmaktansa, kaleyi korumayı tercih ediyorlar. Ancak bu insanları fazla suçlamamak lazım.

Devletin görevi bireylerin rahat, huzurlu, düşük maliyetli ve değer yaratan şekilde çalışmasını sağlamaktır. Bu görevi gerektiği gibi yerine getirenlerin kalkınmada fark attıkları ortada. Onların derdi kendileriyle yarışmak, diğerlerinin derdi kur-faiz-maliyetler vs gibi detaylar oluyor.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara