Tam Kendi Yağımızda Kavrulurken…

Amerika’da başlayan banka krizinin kontrol altına alınmaya çalışıldığı gözüküyor ancak Avrupa’da mesele biraz daha karışık seyrediyor diyebilirim.

Hatırlarsak, 2008’de Amerika’da başlayan finansal zorluklar Avrupa Birliğine de sirayet etmiş, sonrasında Yunanistan, İspanya ve Portekiz oldukça zor durumda kalmış, vatandaşların bankadan para çekmeleri neredeyse imkansız hale gelmiş, kamu borçlarının milli gelire oranı astronomik boyutlara ulaşmıştı. Bir bilgi vereyim: Böyle ağır krizlerin rehabilitasyonu beş ila on yıl arasında sürmekte. Gerçekten de 2017 ve 2018 yılları dünya ekonomisinin toparlandığı bir sürece şahit olurken 2019’da tekrar küresel anlamda olumsuz sinyaller almaya başladık ve hemen arkasından 2020 yılında Pandemi geldi.

Para ve kredi mekanizması Pandemi ile beraber tekrar sıkıntılı hale gelirken finansal kurumlar yaşanan darboğazlara çare bulmak için çeşitli alternatif arayışlarına başladı. Daha önceki yazıları da belirttiğim gibi finansçılar matematiğin de yardımıyla, belki de matematiğe eziyet ederek ortaya çıkardıkları algoritmalarla para ve sermaye piyasalarına yeni enstrümanlar getirdiler. Ancak bunların önemli bir kısmı 2008 yılında “toksik aktif” olarak adlandırılan enstrümanlardan daha beter sonuçlar yaratmaya aday oldular.

Bundan başka, Rusya gibi bir çok ülkeye uygulanan yaptırımlar, dünya üzerindeki para hareketlerini hızlandırdı ve çoğunlukla Amerika Birleşik Devletlerindeki sert yasalar sebebiyle Avrupa Bankaları ellerinden geldiğince yasaklı ülkelerin vatandaşlarının paralarını değerlendirmeye başladılar. Bu arada ortaya kripto paralar çıktı ve kontrol edilemeyen bir alanda oldukça yüksek hacimli işlemler yapıldı. Yüksek sesle söylenmeyen gerçek şuydu: En saygın Avrupa Bankaları bile menşei belli olmayan paraları değerlendirmek üzere harekete geçti. Çünkü çok ciddi likidite problemleri yaşıyorlardı. Geride bıraktığımız süreçte birkaç önemli banka sürekli olarak likidite sıkıntısı çektiği için, zaman zaman hükümetler bazen de merkez bankaları tarafından desteklendiler.

“Perşembenin Gelişi Çarşambadan Bellidir..”

Gelinen noktada Amerika Birleşik Devletleri‘nden başlayacak bir finansal krizin Avrupa Birliğini etkilemesi doğal olarak gözükse de, bu seferki sıkıntı bankacılığın küresel olarak bağlantılı olmasından değil, bankacılık sisteminin çok da aklı başında olmayan işlere imza atmasından kaynaklanacak. Yeni türev enstrümanlara ve elle tutulur olmayan aktiflerden yaratılmış Sermaye Piyasası araçlarına yatırılmış olan kaynakların geri gelmeyeceği korkusu baskın çıkarsa, pekala Avrupa’da 2008-2009’dan daha beter bir finansal kriz yaşanabilir.

Türkiye’de henüz bu derece cesur ve maceracı bankacılık yok. Ancak yerli yatırımcıların önemli bir kısmı yurt dışında bahsi geçen enstrümanlara yatırım yapıyorlar. Buna bizzat ben şahidim. 2008 krizinden hemen önce yaşanan ve Amerikan Borsalarında hisseleri yerle bir eden düşüşte birçok Türk yatırımcının telaş içinde beni aradığını hatırlıyorum..

Dolayısıyla yurt dışında oluşan bu olumsuzlukların banka bazında değil ama büyük tasarruf sahipleri açısından sıkıntı yaratacağını tahmin ediyorum. Çok uzun zamandır kurumsal anlamda yurtdışı kaynak eksikliği çektiğimiz için, kendi yağımızda kavrulurken bu olumsuzluk bize daha büyük bir tahribat yaratmaz diye düşünüyorum.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara