Tarım millî meseledir…

Beni tanıyan herkes gün içinde birkaç şehirde olabildiğimi, hatta yurt dışına gidip gelebildiğimi bilir. Bu hafta Viyana, Linz, Ankara, Kayseri ve Antalya vardı rotamda. Kısa Avusturya seyahati aralarında en verimlisi oldu.

Huawei’nin “5G ile Akıllı Tarım” toplantıları için 24 saatliğine gittiğim Avusturya’dan hem Üniversitem hem ihracat hem de ekonomi için önemli notlar aldım diyebilirim.
Pandemi ve Ukrayna-Rusya çatışması çerçevesinde gıda güvenliği ve ihracat kısıtlamaları kadar, tarımda verimlilik de öne çıkmış bir faaliyet olarak gözüktü bana. Avusturya tarım arazilerinden maksimum verimi almak için 5G teknolojisi ile insansız hava aracı filosunu beraber kullanmaya karar vermiş. Dün katıldığım toplantıda hem projeyi anlattılar hem de yerinde gösterdiler. Öncesinde projenin liderleriyle soru cevap paneli yapma imkânı bulduk.

Toplantının belki de en çarpıcı sorusu “Tarımda teknolojiye geçmek güzel de çiftçiler bu geçişe ne kadar hazırlar?” şeklindeydi. Türkiye’de de en önemli sorun gençlerin tarımla ilgilenme işi daha çok yüksek teknolojiye doğru kaymaları. Bir yolunu bulup gençlerin teknoloji hevesi ile çiftçilerin bilgisini birleştirmemiz gerektiği ortaya çıktı. Belki de insansız hava aracı pilotluğu konusunda bizim üniversitemiz gibi eğitim veren ve mezun veren kurumların tarımda verimlilik üzerine de çiftçilerle temasta olması gerektiğini tartıştık.
Ancak, tarım çoğu zaman kârlı bir iş değil ve devlet desteği olmadan ayakta duramıyor. Zaten ben de drone’ların yatırımcısına bu soruyu sordum: “Çiftçiler yeni teknolojiyi nasıl finanse edecek, devlet bunun neresinde duruyor?” Cevap oldukça çarpıcıydı:

“Akıllı tarımın ilk finansmanı devletten geliyor, çiftçilerimizi finansman maliyeti ile baş başa bırakmıyoruz. Sonuçta millî bir görevdir tarım..”

Buradan da anlaşılıyor ki, tarım tamamen bir hükûmet politikası olmalı ve devletin desteği hiçbir zaman eksik olmamalı. Bunun kamu bankaları üzerinden kredi verilerek hallolacağını sanmıyorum. Çünkü oldukça düşük kârlarla çalışan çiftçilerin, şu anki faiz oranlarıyla bu yatırım yapması imkân dâhilinde değil. Hele ki bütün dünyada faizler yükselmeye başlamışken. Aslında mesele sadece para değil, yeni teknolojileri tarımda kullanmak için gereken insan kaynağı için uygun iş ortamını oluşturmak.

Tarım bir kamu hizmetidir…

Dikkatimi çeken şu oldu. Belediyeler de tarım sektörünün içerisinde bilfiil yer almakta ve devlet adına çiftçilere destek vermekte. Dolayısıyla tarım işi sadece Tarım Bakanlığına terk edilmiş bir durumda değil ve her coğrafi noktanın yerel yönetimi bu konuda sorumluluk almış gözüküyor. Belediyenin kaynaklarının etkin şekilde kullanımını sadece kritik altyapı olarak tarif edilen su, kanalizasyon, diğer altyapı olarak tarif etmeden, farklı sektörlerde ihtiyaç duyulan dijital altyapı ya da faaliyetlerinin çerçevesine almışlar. Tüm çalışmaların neticesinde büyük tarım makinaları devrinin de tamamlanacağını söyleyenler oldu. Hatta hayvancılıkta da bu teknolojinin uygulanması için ciddi çabalar var. Bunu da öğrendim.

Avrupa ülkeleri özellikle gıda güvenliğinin tartışıldığı ve ihracat yasaklarının getirildiği günlerde kendi kendine yeten bir hâle gelmek için çalışıyor. Yaklaşan kışla alakalı endişeler var elbette ama boş duran yok. Herkes bir şeyler yapıyor. “Perişan durumdalar” demek doğru olmaz.

Tabii 10 milyon civarında insanın yaşadığı bir ülkeden bahsediyoruz. Ancak Türkiye’nin millî gelirinin yarısından fazla bir ekonomik büyüklüğe sahipler. Bu da verimlilik ve katma değer açısından ne durumda olduklarını gayet net şekilde gösteriyor. Kişi başına düşen millî gelir 55.000 doların üzerinde. Böyle bakıldığı zaman refah açısından doğru işleri yaptıkları ortada.

Belki de insan sayısı az olduğu zaman, insana kıymet veren ve değeri artıran yatırımlar daha fazla öne çıkabiliyor. Bilemiyorum, ancak bildiğim tek şey tarım konusunda Türkiye’nin son yıllarda oldukça geri gittiği ve kendi kendine yeter hâlden hızla çıkmış olduğu. Yabancılarla konuşurken, hâlâ Türkiye’nin çok verimli ve çok potansiyelli bir ülke olduğundan bahsedildiğini duyuyorum. En azından algı açısından bu şekilde kaldığımızı görüyor ve bununla avunuyorum.

 

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara