İçinde bulunduğumuz şartlar ile ilgili kısa bir özet yapmam gerekiyor:
Merkez Bankası’nın yoğun çabalarının, Dolar/TL’nin 4.00 seviyesine gelmesini geciktirmek amacıyla olduğu iyice belirginleşti. Dünyada hiçbir Merkez Bankası’nın Dolar hareketine karşı direnecek bir gücü olmadığı için, bu sonuç bizi şaşırtmamalı.
Gelinen noktada, “manipülasyon” ya da “dış mihrak” tartışmalarına girmeden önce, Türkiye’nin yumuşak karınının döviz olduğunu kabul etmek çok önemli. Fiyat/Kalite rekabetinde yola devam eden ihracatın 1946’dan beri ithalatı karşılayamadığı gerçeği ortada. Bundan başka ithalatı zorlaştırmak için atılan adımların hayat pahalılığı ve nihayetinde enflasyon yarattığı da görülüyor.
Enerji ve girdi maliyetlerinde iyileşme olmayan, finansman maliyetlerinde ise rekabetçi faiz oranlarını bulamayan sanayi sektörünün, rakipleriyle fiyat kırarak mücadele etmesi “kar problemi” yaratıyor. Kar etmenin zor olduğu yerlerde büyüme mümkün olmaz. Zaten Türkiye’nin övündüğü büyüme rakamlarının arkasında sanayiden çok tüketim ve kamu harcamaları var.
Kamu açığı ve cari açık kronik şekilde devam ediyor. Uzun zamandır kamuda bütçe disiplininden uzaklaşıldığı, vergi tahsilatında zorluk çekildiği ancak buna rağmen kamu harcamalarının aynı hızda devam ettiği görülüyor. Bunun üzerine meyve suyundan otomobile kadar dolaylı vergilerin artırıldığı görülüyor. İthalattan alınan ilave vergiler gibi, artırılan dolaylı vergiler de hayat pahalılığı ve enflasyon üzerinde olumsuz tesirler bırakmakta.
Tarım kesimine devlet tarafından uygulanan desteklerin, enflasyona negatif tesir ettiğini de sektörün önde gelenleri ile yaptığımız sohbetlerden anlıyoruz.
Nihayetinde aynı gelir seviyesinde daha fazla vergi vermek zorunda kalan özel kesimin tasarruf etme imkanı azalırken, borçlanmayı sürekli döviz cinsinden yaptığı gözleniyor. Finans Kuruluşları hariç, özel sektörün dış borcunun milli gelire oranı neredeyse % 30’lar seviyesinde. Hal böyleyken döviz kurlarının sakin seyretmesini beklemek hayalperestlik oluyor.
Artık bundan sonrası için, Merkez Bankası’na veya siyasete çözüm önerisinde bulunmak da kolay değil. Çünkü tek bir ilaçla hastalığı iyileştirmek mümkün değil. Yukarıdaki dertleri bertaraf etmek için tüm ekonomik birimlerin koordineli şekilde çalışması gerekiyor. Bu da Türkiye’de gerçekleşmesi mümkün bir durum değil.
Prof. Dr. Emre Alkin