Yönetim ve Ekonomi İlişkisi..

 

İktisat Tarihi açısından ele alındığında, iç siyasette en çok etkili olan unsurun ekonomi olduğu gözüküyor. Yakın geçmişimizde 1994 ve 2001 krizleri var mesela. Ancak dış politikadaki başarıların vatandaşın oyu üzerinde pek etkili olmadığı gözüküyor. Örnek: Kıbrıs Barış Harekatını başarılı şekilde yönetmiş olan Bülent Ecevit aynı sene yapılan seçimde koltuğu bırakmak zorunda kalmış. Dolayısıyla diplomatik başarıların refaha dönüşmediği durumlarda hükümetlerin oy devşirmesi imkanı olmuyor.

Tercihleri veya ihtiyaçları öncelik sırasına dizerken toplum olarak hata yaptığımız için, siyasetin de bu hataları yapması doğal. Tabii firmalar ve bireylerin yaptıkları öncelik hataları kendileri ile çevrelerini etkilerken, siyasetin yaptığı öncelik hatalarının maliyeti vatandaşlara fatura ediliyor. Ancak bu maliyet zamanla ortaya çıktığı için siyasetin oy sandığından ders çıkarması hemen mümkün olmuyor.

Seçilmişler veya atanmışların görev süreleri de aynı şekilde, öncelik tespiti için büyük önem taşıyor. Gereğinden kısa sürede bittiği zaman amaç hasıl olmuyor, hiç gitmeyecekmiş gibi uzadığı zaman da yöneticilerin hayatın gerçeklerinden kopup “kendi gerçekleri” ile karar verdiklerine şahit oluyoruz. Dolayısıyla ihtiyaç olan ile “heves” edilenler” birbirine karışıyor. Çoğu zaman görev yapanlar “arkamızda eser bırakalım” diyerek kaynakların daha elzem bir yerde kullanılmasına mani olacak kararlar alıyorlar.

Gayet iyi hatırlıyorum, bir Merkez Bankası Başkanına “hatalardan kaynaklanan piyasa bozulmalarını tazmin etmeye mecbur hissetmeyin kendinizi” demiştim. Kur yükselişleri veya faiz yükselişlerinin üzerini örtmek amacıyla rezervlerden para satılması veya politika faizlerinin düşük tutulmasının bugün önümüze koyduğu faturayı dikkate alırsak, bu önerim pek da yanlış sayılmaz diye düşünüyorum.

“Mesai Saatlerini Doğru Belirlemek Verimliliği Artırır…”

Sadece devlette değil, özel sektörde de bu önerme geçerli. Üst düzey yöneticiler hata yapabilir ama, hatalı kararların yan etkilerini saha operasyonları ile kapatmaya çalışmak sonunda firmayı felakete sürükler. Bunların hepsi tecrübeyle sabitlenmiş çıkarımlardır. Demek ki burada kilit kelime “tecrübe”. Maalesef tecrübe yaşa da bakmıyor, anılan faaliyette geçirdiğimiz sürenin üzerine bir hayat bilgisi eklenince oluyor. Vicdan, akılcılık, hassasiyet ve basiret beraber çalıştığında yöneticiler ihtiraslarına yenik düşmeden karar alabiliyor, hatta yanlış kararlardan hemen dönebiliyorlar.

Böyle bir ortamı yaratmak kolay değil. Ancak bunun yapılan mesai ile de alakalı olduğunu düşünüyorum. Gün içinde alınan kararların muhakemesini serbest zamanda düşünebilmek için, mesainin makul sürede bitmesi gerekiyor. Gece gündüz çalışılan ortamlarda hatalardan dönmek kolay olmadığı gibi alınganlıklar da zirve yapıyor. Çok çalışan ve yorulan insanlara, yaptıkları işin verimliliği konusunda yorum yapmak çoğu zaman öfkeli tepkiler toplayan bir davranış oluyor. Buradan hareketle mesai yapanların söz konusu işlerin felsefesini ve amacını sorgulayacakları bir dinlenme zamanına ihtiyaçları var desem yanlış olmaz. Toplu müzakereler bu konuda yeterli olmuyor, aksine yanlışta ısrar edilmesine bile yol açabiliyor.

Özetle, çok uzun süre aynı görevde bulunmanın yarattığı “kurumsal körlüğün” bertaraf edilmesi kaynakların etkin kullanımı ve refah için olmazsa olmaz bir gereklilik. Bunu ya “zamanı gelmişse giderek” ya da “pozitif yönde değişerek” başarabiliriz. Sadece hatırlamamız gereken bu görevleri toplum adına yaptığımızı hatırlamak, biz olmasak da düzgün çalışan bir sistemi arkamızda bırakarak hayırla yad edilmek olmalı.

Prof. Dr. Emre Alkin

Ara